Arif Ay ile şiir ve siyaset üzerine

Arif Ay ile şiir ve siyaset üzerine

 Asım Öz, Arif Ay ile son kitabı Şiirimin Şehirleri'nden hareketle şiir dünyasını konuştu 

17 Ocak 2012 Salı

Asım Öz/ Dünya Bülteni

Arif Ay'ın son kitabı Şiirimin Şehirleri adıyla Okur Kitaplığı tarafından  yayımlandı. Kitaptaki  şiirler Bağdat'ın yakılıp yıkıldığı, işgal edildiği günlerde yazılmaya başlandı ve 'Bağdat'a Dönen Şiirler' adıyla yayımlandı. İslam'a başkentlik yapmış şehirler Bağdat'ın acısına ortak edilerek konuşturuldu. Arif Ay'la kitabından hareketle şiir dünyasını konuştuk.

Şiirimin Şehirleri Müslümanlara başkentlik yapan şehirler üzerinden yazılan şiirlerden oluşuyor. Bu şehirler üzerinden yazılan şiirleri bir kitapta bütünleyen nedir?

Bu şiirler Irak'ın işgal edildiği, Bağdat'ın yakılıp yıkıldığı günlerde yazılmaya başlandı ve "Bağdat'a Dönen Şiirler" başlığıyla dergilerde yayınlandı. Kitaplaşırken de "Şiirimin Şehirleri" adını aldı. Bu şiirlerde, Bağdat'ın yaşadığı yıkım ve acıya baş kaldırılırken, İslam'a başkentlik yapmış şehirler de konuşturularak bir sorgulama başlatılır. Başta bir kitap bütünlüğü olarak planlanmasa da şiirler yazılıp bittiğinde kendiliğinden bir kitap bütünlüğü oluştu. Hatta, daha önce yazılan Bosna'ya ilişkin "Bosna Ah Bosna" şiiri ile Caharkala'ya ilişkin "Vaynakh" şiiri de ek olarak bu kitaba dahil edildi. Dolayısıyla, İslam coğrafyasının çağımızda yaşadığı ortak acı dile getirildi. Bu, acının bir bilinç dönüşümüne, bir bilinç uyanmasına şiirle yapılan bir vurgudur.

 

Toplu şiirlerinizin ardından yayımlandı Şiirimin Şehirleri. Siz bu kitabınızı kendi şiiriniz içinde nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şiirim baştan beri iki damarda aktı geldi. Bu damarlardan biri aşk ve hayatın bendeki büyüsü. Öteki de başkaldırı, muhalif duruş; acıya, zulme, kıyıma, sömürüye karşı zalime duyulan öfke. Bu kitap ikinci damarın ürünü. Tıpkı, "Dosyalar" gibi. "Dosyalar" da Anadolu coğrafyasındaki yakın tarih kesitinde yapılan zulümler, kıyımlar dile getirildi. "Şiirimin Şehirleri"nde ise bütün bir İslam coğrafyasının acıları şiirleştirildi. Tabii bütün şiirlerin hareket noktasını "medeniyet bilinci, medeniyet ufku" teşkil eder. Bu şiirlerde işleyen beşerî bir ideoloji, dünyevi bir ideoloji değil vahyin insana öğrettiği algı, idrak ve inançtır.

Müslüman dünyanın kanayan yaralarına bakarak yaşam ve şiiri buluşturan bir toplamdan hareketle şiir, şair-hayat ilişkisi sizin açınızdan ne ifade ediyor?

İnsan yapıp ettiklerinden sorumludur. Huzuru mahşerde yapıp ettiklerinin hesabını verecek. Şair olsak da, devlet başkanı olsak da, âlim olsak da bu değişmez. Dolayısıyla şair olarak hayata ve şiire bu inançla bakıyorum. Şiir hayatımın bir şubesi değil. Hayatımın bir bütünü; düşüncelerimden, duygularımdan, yapıp ettiklerimden süzülen bir şeydir. Bir akımdır; benden sana, senden bana geçen. Bir manyetik alan oluşturmaktır; kulluk bilincini oluşturmak, onu canlı tutmak. Kul olmak: özgür olmaktır. Kul olmak: güzel olmaktır. Şiir de zaten özgürlüğün ve güzelliğin kendidir. Dildir şiir. Dili hem "lisan" hem de "gönül" olarak iki anlamıyla düşünelim. Gönle sınır koyabilir misiniz?

Eğer bir inanç birlikteliği içindeyseniz, acı bireysel olmaktan çıkar. Çünkü üyesi olduğunuz birlikteliğin bir organısınız artık. Birinin duyduğu acıyı siz de duyarsınız. Müslüman dünyasında kanayan bir yara varsa, o yara bende de kanar. O acıyı duymuyorsam kendimden korkmalıyım. Kendimi gözden geçirmeliyim. Nuri Pakdil şunu der: "Kurtuluş cüz'î değil / Küllî'dir."

Görsel unsurlara da yer veriyorsunuz kitabınızda. Bu görselleri anlamlı kılan nedir?

Bu kitap için görsel unsurlar bir talihsizlik oldu: Teknik garabet! İyi bir görüntü vermedi. Mademki şehirler konuşuyor, o hâlde her şehrin şiirinden önce, o şehrin bir gravürü konulsun istemiştim. Hatta kuşe kâğıda kaliteli bir baskı yapılmalıydı. Kitabın bu baskısı için o görsellerin hiçbir anlamı yok, kitabı daha çirkin göstermenin dışında... Böyle olacağına sadece şiirler olsaydı daha güzel olurdu. Üzüldüm...

Kitabınızla ilgili çıkan bir değinide nostalji kavramı kullanılmıştı. Bunu nasıl karşıladınız?

Geçmişe duyulan bir özlem var; ama, sadece bu değil. Modernitenin her şeyi tuz buz ettiği, yabancılaşmanın insanı tanınmaz hâle getirdiği bir süreç yaşıyoruz. Tüm insani değerler bir bir yok olurken güzellikler de ortadan kalkıyor. Biz çirkinleştikçe yaşadığımız mekânlar da çirkinleşti. Bunun tersi de doğru. Buradan hareketle kitapta yer alan şehirler İslam uygarlığına başkentlik yapmış şehirler olarak mimarileriyle, kültürel dokularıyla, mekânlarıyla insani özelliklere sahipti. Bunlara elbette özlem duyulur. Bu şehirler taşıdıkları özü yeniden harekete geçirerek küfre karşı durabilirler. Bu yönüyle bir hesaplaşma ve sorgulama da var Bağdat üzerinden.

Şiirinizin politik / siyasî içeriği güçlü. Bu kitapta sert bir söyleyişle, inceliklerle dolu bir şiir dilini başarıyla bir arada kullanmaktasınız. Bu bileşimi nasıl gerçekleştirdiniz?

Baştan beri şiirim bu dili kullandı. Bu da mizaçla ilgili sanırım. "Üslubu beyan aynıyla insan" sözü tam da bunun karşılığı. Tabii, bir şehri konuştururken o şehre özgü özellikleri bilmek gerekiyor. Sözgelimi şehrin tarihini, mimarisini, coğrafi dokusunu vs. bunun için de pek çok şehir kitapları, seyahat kitapları okudum. Sanal ortamda kimi şehirlerin caddelerinde, sokaklarında yürüdüm. Bütün bunlar, duyuşunuzu dökeceğiniz bir kap, bir kalıp oluşturuyor. İmgelem bu somut verilerden hareketle oluşuyor. Bu tür şiir yazmak çok yorucu ve zahmetli bir iş. Şehirleri insan gibi algılarım ben. Öncelikle de kokularını... İlk kez gittiğim bir şehirde ilk hissettiğim şey, o şehrin o şehre özgü kokusu olur. Buradan dünyasına girmeye çalışırım. Bundan sonrası kolay: Şehir ağlar, şehir güler, şehir yorulur, şehir uyur, şehir öfkelenir, şehir aşık olur... Az kalsın unutuyordum; şehrin dili var. O dili yakalamak şairin birincil işi. Çünkü dil devreye girdiğinde, siyaset de olur, başkaldırı da olur, aşk da...

11 Eylül sonrasında yaşanan işgal zulümleri Müslüman dünyasında yıkımlara ve yakımlara yol açtı. Bu dönemde yaşanan zorluklar hayatınızı ve şiirinizi nasıl etkiledi? Aradan geçen on yılın ardından o yıllara baktığınızda neler düşünüyorsunuz?

Bu türden tarihleri çok anlamlı bulmuyorum. 11 Eylül'e kadar Batı, Müslümanlara kötülük yapmıyordu da bu tarihten sonra mı yapmaya başladı? Müslümanlar 20. yy.a kaybetmiş olarak girdi. 21. yy.ın başındayız. Yüz yıldır toparlanamadık: Müslümanlar Müslümanlıktan uzaklaştı! Cellat ve kurban kol kola! Bir yerde umut verici bir hareket oluyor; umutlanıyorsunuz, sonra birden o hareket ırkî bir asabiyetle evrenselliğini yitiriyor. Müslüman halklar siyaset cambazlarının oyuncağı hâline getirildi. Özellikle eğitim alanında uyutuluyorlar. Onların, gerçekleri görmemesi için her türlü tuzak devreye sokuluyor. Sistemler Batı'ya göre kurulduğu için dünyada küfrün borusu ötüyor.

İstanbul'la başlamasının sebebi nedir "Şiirimin Şehirleri"nin?

İstanbul bu şehirler içinde hem Batı medeniyetine hem de İslam medeniyetine başkentlik etmiş bir şehirdir. İslam medeniyetindeki kırılma Osmanlı'nın yıkılmasıyla oldu. Dolayısıyla İstanbul bu trajediyi yaşayan bir şehir. Üstelik konum itibariyle de en evrensel bir şehir ve hâlâ medeniyetimizin başkenti. Bir diriliş olacaksa yine buradan olacak.

Bağdat ve Şam şiirleri sayıca fazla kitabınızda...

Bağdat kitabın öznesi. Bütün öteki şehirler Bağdat üzerinden konuşuyor. Vahşeti yaşayan da Bağdat. Şam'da da bir hareketlilik var biliyorsunuz. İnşallah muzaffer olurlar...

Irak işgalinin derinleştiği yıllarda pek çok şair bir araya gelerek Irak şiiri yazmaya çalışmıştı. Öte yandan aynı şairlerin çoğunun kendi şiirlerinde bu duyarlılıktan eser olmadığı da biliniyordu. Dünyada algısının parçalanmasını böyle yapay şiir bütünlükleri ne kadar gizleyebilir?

Şiir içtenliktir. Sorumluluğu bilincinizde, acıyı yüreğinizde duymuyorsanız yaptığınız iş göstermelik olur. Buna inancımızda "riya" denir. Öte yandan zulme karşı durma noktasında insanlık adına ortak bir tavır geliştirmek önemli. Böyle bir tavır ortaya koyanları takdir etmeliyiz. İyilikle yarışmak yarışların en güzeli...

Sizce Kahire bugünde aldanıyor, dolayısıyla aldatılıyor mu? Arap uyanışını nasıl yorumluyorsunuz?

Henüz her şey bulanık. Bir değerlendirme yapmak için erken. Arap dünyası devrim gerçekleştirecek donanıma sahip mi değil mi emin değiliz. Bir gerçek var ki canını ortaya koyuyor. Bu önemli, Allah yardımcıları olsun. Kendinizi, toplumunuzu, kültürünüzle, sanatınızla, ilminizle var edemediğiniz sürece başınızdaki diktatörleri indirseniz de felaha çıkamazsınız.

Edebiyat ve ideoloji ilişkisi bağlamında günümüz "sıkı" şiirini nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Günümüz 'sıkı' şiiri" derken neyi kastettiğinizi bilmiyorum. Şiir ideolojik olursa sıkı, ideolojik değilse gevşek mi olur? Bu mu kastediliyor? Doğrusu bu tür adlandırmalar benim nazarımda şiir açısından bir anlam ifade etmiyor. "Sıkı şiir", "saf şiir", "Çoksesli şiir", "tek sesli şiir". "toplumcu şiir", "bireyci şiir" "modern şiir", "postmodern şiir", "deneysel şiir"  vs. ne bunlar Allah aşkına.

Bir metin ya şiirdir ya da değil. Ötesi bu alanda ekmek yiyenlerin işi. Edebiyat ve ideoloji ilişkisine gelince insan düşünme yeteneğine sahip olmasından dolayı ideolojik bir varlıktır zaten. Dolayısıyla yazarı da ideolojiden soyutlayamayız. Asıl sorun şu: şairin meselesi olmalı. Günümüz şairi bundan uzaklaştı. Şair ne ahvaldeyse şiiri de odur; sıkıysa sıkı, gevşekse gevşek...

Şiir ile uğraşmanın dışında, yazı ve eleştiriyle de ilgilenen şairler var. Şairlerin düzyazıyla ilişkileri konusunda ne düşünüyorsunuz?

Şairler düzyazı yazmalı. Şiirlerine sirayet eden nesir malzemesini şiirlerinden arındırmış olurlar böylece. Hatta şiiri az, yazıyı çok yazmalılar. Şiir yazmanın nasıl belalı bir iş olduğunu ancak o zaman fark edebilirler. Günümüz şiirinin en büyük sorunu, şiir dili ile nesir dilini ayırt edememesi.

Dergilere bolca şiir geliyor. Yazıdan tık yok. Bana şiir getiren genç şaire "Git, dört şiir kitabı üzerine dört yazı yaz getir." diyorum. Bir daha uğramıyor.

Şiir, şair-eleştiri ilişkisi sizin pencerenizde nasıl görünüyor? Şiir eleştirisiz mi bu coğrafyada? Mevcut eleştiriler yazılan şiiri besliyor mu?

Şiir eleştirisi yeterli değil; ama var. Mesela Ahmet Oktay, Turan Karataş, Sabit Kemal Bayıldıran, Veysel Çolak, Yusuf Alper, Yücel Kayıran, Mahmut Temizyürek aklıma geliveren isimler.

Eleştiri hakkıyla yapılırsa elbette şiiri besler. Eleştiriyi bir aynaya benzetirsek bu aynanın temiz olması gerekir. Şair ya da yazar o aynaya bakarak yapıp ettiklerini daha bir gözden geçirme imkânına sahip olur.

Şiir geçmişinizde dergi yayımcılığının da önemli bir yeri var. Dergi yayımcılığınız üzerine neler söylemek istersiniz? Günümüz edebiyat dergilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İki yıldan beri Edep'i yayımlıyorum. Mart'ta üçüncü yılına girecek. Sağ olsunlar, kendi kuşağımdan şair ve yazarlarla gençler Edep'e omuz veriyorlar yazılarıyla, şiirleriyle, öyküleriyle. Ürünlerini ilk kez Edep'te yayımlayan gençler var: öyküde Mehmet Selim Özban, Selçuk Azmanoğlu, Özden Apaydın, şiirde Çağatay Telli, Cihannur Selenga, Abdurrahman Adıyan...Hiçbir kuruma, kuruluşa, örgüte dayanmadan, ilkelerimizden ödün vermeden sürdürüyoruz yürüyüşümüzü.

Günümüz edebiyat dergilerini elimden geldiğince okumaya çalışıyorum. Benim ayın her ayın ilk haftası bir şölen havasında geçer. Çünkü dergiler raflarda yerlerini almış olur. Her birinden ayrı tatlar alıyorum; kiminden bir şiir kiminden bir öykü, kiminden bir deneme...

Size arkadaşlığı, bağlılığı ve sorumluluğu öğreten Edebiyat dergisinin sosyal adalet meselesini ele alma biçimini irdeleyen bir sunum yaptınız. Edebiyat dergisinin yazma eylemi anlayışıyla bugün yazılan şiir arasında ilişki kurabiliyor musunuz?

O talihsiz sempozyumda Nuri Pakdil'in metinlerinde dil ve "sosyal adalet" konusunu sundum. O sunumun özeti Edep'in ocak sayısında yayımlandı. İlgi duyanlar oradan okuyabilir.

Türk edebiyatında Edebiyat dergisi özgün ve özel bir yere sahip. Bugünle kıyaslamanın doğru olduğunu düşünmüyorum.

Güneşin altında her şeyin söylendiğine inanıyor musunuz? Şiir açısından durum nasıl açıklanabilir?

İnsan var olduğu sürece şiir de olacak yazı da... İnsan şiirle, yazıyla özünü çoğaltıyor. Kendini tanımaya çalışıyor ya da tanıtmaya. Öz tek, söz çok!

2011'in son günlerinde bu yıl yayımlanan şiirler /şiir kitaplarına dünyanın bugün geldiği yerde yazılan şiirin ne anlam taşıdığı, son üç yüz atmış beş günde Türkiye'de yayımlanan şiirin genel şiir tarihi içinde yerinin ne olduğu ve genel olarak şiirin nereye gittiğini ya da nereye gitmesi gerektiği konularında neler söylersiniz?

Bu birkaç kitaplık bir soru. Üstelik muhatabı da ben olmamalıyım. Bu soruyu edebiyat tarihçileri, eleştirmenler ve yıllıkçılar cevaplamalı. Onların işine karışmaktan edep ederim.

Gelecek dönemler için şiir üzerine ne gibi tasarılarınız var?

Okumaya ve yazmaya devam ediyorum.

 

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=192987