Bakın, bizim bir kalbimiz var!
Akif Hasan Kaya, dergilerdeki öykü serüvenini bir kitaba taşıdı. Yazarın Islak Kibritler adlı kitabı, Okur Kitaplığı'ndan çıktı. Öykülerinde daha çok psikolojik öğelere yer veren Kaya, 'geçmiş'in insan hayatındaki etkisini önemsiyor. Aile kavramı da öykülerde vazgeçilmez bir yer tutuyor. Kaya, kitabını, öyküye bakışını ve bir öykücü olarak sorumluluklarını anlattı.
RECEP ŞÜKRÜ GÜNGÖR - 22.08.2012
Genç kuşak öykücülerden Akif Hasan Kaya, ilk kitabı Islak Kibritler'i yayımladı. Okur Kitaplığı'ndan çıkan kitapta dikkati çeken unsur aile. Kaya aile öyküleri yazıyor denebilir. Her kahramanı bir yönüyle aileyle bağlantılı. Yer yer romantik bir edada kahramanlarını maziye götürerek anlatan yazarın, geleceğe iyi öykülerle kalacağını söylemek mümkün. İki cepheli bir anlatım yöntemi var yazarın. Aynı olayı iki kahraman üzerinden anlatma tekniğini başarıyla uyguluyor. Şiirsel anlatımdan da çokça yararlanıyor. Islak Kibritler yazarının dikkat çeken başka bir yönü de, öykülerde koku unsurunu incelikli kullanması. Psikolojik anlatım ağır basıyor öykülerde. Akif Hasan Kaya ile ilk kitabının öyküsünü konuştuk.
Kurt öyküsünde, tımarhaneye düşmüş birini anlatıyorsunuz. Önce kapıyı kemiren kurt, sonra zihnini kemiren kurt. Bunun gibi birçok öykünüzde psikolojik özellik ağır basıyor. Öyküde bu tarzı mı sürdüreceksiniz, yoksa Kum öyküsünde işlediğiniz aile, ülke, toplum meselelerini mi anlatacaksınız?
İnsanlık olarak zor bir dönemden geçiyoruz. Bütün katliamlar, kıyımlar... Müslüman bir öykücü olarak bütün bu olup bitene sessiz kalamazdım. Gerek Kurt, gerekse Kum öyküsünde ağır bir dram var. Bunu da ancak, kahramanların yaşadıkları gidiş gelişler üzerinden anlatabilirdim. Her iki öyküde de kahramanlar çok zor durumda kalıyor. Melodramın ucuzluğuna düşmeden bu olayları anlatabilmenin yolu da buydu. Size psikolojik yönü ağır basan öyküler yazdığımı düşündürten de bu sanıyorum. Yazarken, öykünün bütün imkânlarını alabildiğine kullanmaya gayret ediyorum. Bunlar üzerinden tarzım şudur demek yanlış olur düşüncesindeyim. Ben öykü yazıyorum. Öyküyü kurgularken, en iyi nasıl anlatacağıma göre değişir bu durum. Öykücü için şu konu, bu konu diye bir ayrım olamamalı. Meşru dairede hepsini anlatmalıyız.
Kahramanlarınızı geçmişe baktırıyor sonra da aynı olayı iki kahramanın gözünden veriyorsunuz. Bu durum öykülerinizde romantik bir eda oluşturuyor. Kitabın adında da bu durum var. Islak Kibritler ifadesinin zihne düşürdüğü ilk imge geçmişte ıslanan insanın hüznü. Öykülerinizde bunlarla nereye varmak, neyi başarmak istiyorsunuz?
Dönüş öyküsünde şöyle bir cümle var: "Nereye kaçarlarsa kaçsınlar, hep peşlerinde olacaktı geçmişleri." Geçmiş bizim geçmişimiz. Dolayısıyla onu inkâr etmeden, belki dersler alarak geleceğe bakmak lazım. Bahsettiğiniz öykülerde ve başka öykülerimde değişik anlatımlar denedim. Bütün bunların toplamından hissedilen bir duygu yoğunluğu olabilir. Islak Kibritler'in, bir imge olarak okuyucuda yaptığı çağrışıma müdahale etmek istemem açıkçası. Ama şunu söyleyebilirim, kibritler ıslak da olsa aslını yitirmemişse kuruduğunda işe yarayabilir. İlhami Çiçek, Satranç Dersleri'nde, "Yalnız hüznü vardır kalbi olanın" der. Öykülerime sinmiş bahsettiğiniz hüzünle, kalbimiz olduğuna dair bir hatırlatma yapabiliyorsam... Siz bunu düşündüyseniz mesela, doğru yoldayım demektir.
Islak Kibritler, 20 öyküden herhangi birinin başlığı değilken, kitaba ad olmuş. Neden bunu tercih ettiniz?
Öykülere isim verirken de, kitaba isim verirken de çok düşünüyorum açıkçası. Okuyucuda değişik çağrışımlar yapacak imgesel başlıkları tercih etmeye çalışıyorum. Kitaba bir öykünün adını vermek, o öyküyü öne çıkarmak, diğer öykülere haksızlıkmış gibi geliyor bana. Bunun yerine bütün öyküleri kapsayacak ve yapmak istediklerimi çağrıştıracak bir isim vermeyi tercih ettim. Ama "Islak Kibritler" kitapta hiç yer almıyor sanılmasın. Okuyanlar görecektir ki, kitabın isminden Fısıltı öyküsünde bahsediliyor.
Siyah At, Fısıltı, Koku gibi öykülerinizde şiiri andıran bir yoğunluk var. Şiirle anlatı arasında gidip gelmişsiniz. Bir vakayı esas almamışsınız. Bu öykülerinizi okurken Borges'in "Büyülemiyorsa beş para etmez." sözünü hatırladım...
Öncelikli olarak gönül okşayıcı sözleriniz için teşekkür ederim. Malumunuz, öykü tür olarak roman ve şiir arasında bir yerde duruyor. Bana göre şiire daha yakın bir tür. Böyle düşündüğüme ve sizin dediğinize göre şiirsel anlatıma daha fazla yaslanıyor olabilirim. Borges'in büyülemekten, büyülenmekten neyi kastettiğini tam bilemiyorum ama her eser okuyucuyu belli oranda, az veya çok sarsmalı bence. Bu sarsılma, özelde Müslümanların ve insanlığın dertlerini, problemlerini çözümlemeye yönelik olmalı. Öykümün buna hizmet etmesini isterim. Yazdıklarımın okuyucuda bulacağı karşılığın bu yönde olması için yazıyorum. İnşallah becerebiliyorumdur.
Kitabınızda aile konusunun yoğunluklu olduğunu göz önüne alarak sizin bir aile öykücüsü olacağınızı söyleseler ne dersiniz? Aileyi neden önemsiyorsunuz?
Perde öyküsünde, zengin ve Müslüman bir ailede meydana gelen zekât çatışmasını anlattım. Böyle bir meseleyi ancak ailede meydana gelen bir tartışma ve çatışma üzerinden anlatabilirdim. Yani aile, yaşanan kimi toplumsal sorunların merkezinde yer alması dolayısıyla bahsettiğim öykümde ve diğer öykülerime konu oldu. Buradan bir aile öykücüsü tanımı çıkar mı bilemiyorum. Ama diğer taraftan öykülerimde gayrimeşru öğeler kullanmadığım için herkes rahatlıkla okuyabilir. Ben yazdıklarımı yayımlamadan önce çocuklarıma ve eşime okutuyorum. Onlara okutamayacak şeyler yazmadım bugüne kadar.
Genç bir öykücü olarak, öykü yolculuğuna yeni başlayanlara ne söylemek istersiniz, hangi ustaları nasıl bir yöntemle okumalarını önerirsiniz?
Son yıllarda, öykü kitaplarının satış rakamlarına bakarak öyküye ilginin arttığını söyleyebiliriz. Dergilerde yazanların çokluğu ve çoğalması da son derece sevindirici. Nitelikli eserler verenler arttıkça bu ilginin artacağını düşünüyorum. Bunda gençlerin katkısı çok fazla. Aşkar dergisinin öykü editörlüğünü yürütüyorum ve gelen öyküler beni sevindiriyor. Buradan buyurgan bir ifadeyle kimseye şunu yapın, bunu yapmayın demek haddime değil. Ayrıca yapacağım bazı tavsiyeler olsa bile, bunlar, mutlaka herkeste farklı sonuçlar doğuracaktır. Ama belki kısaca ve genel olarak şunları söyleyebilirim: En başta çok okumak her zaman önemli. Bundan sonra zaten yazmak isterlerse, onlara yazmamaları söylense bile yazacaklardır. Sebat etmeliler ve sabırlı olmalılar.
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1335983&title=bakin-bizim-bir-kalbimiz-var