‘Ben Yok İken’ de varım dedi Mehmet
Sesini içimize salıp gitti Mehmet Elçin iki sene önce, aramızda yaşamıyor artık.. Zafer Acar, Elçin’in bir şiirinden hareketle yazdı..
26 Mayıs 2012 Cumartesi
Zafer Acar
Sesini içimize salıp gitti Mehmet Elçin, aramızda yaşamıyor artık. 29 Temmuz 2010 yılında, boğulmak üzere olan iki çocuğu kurtarmak için girdiği denizde boğularak şehit olmuş, 32 yaşındaymış ve bizi ilgilendiren yönü: Elçin’in şiirleri varmış. Ben de bu bilgileri Murat Öngüdü ve Ünsal Ünlü’nün çabalarıyla Okur Kitaplığı’ndan çıkan Ben Yok İken adlı kitaptan öğreniyorum.
“Yazdım, o oldum, bakakaldım” mısraına dünyayı sıkıştırmış Mehmet, sadece bu mısraına kalsa bilinmeyi hak ediyor. Çünkü yokedim ve tüketim çağında değerli bir şey yaratmış.
Biri hakkında yazılar yazmak için geride külliyat bırakması mı gerekiyor?
Sanatkârların genç ölümü bizde pek acı doğurmuyor. “Allah rahmet eylesin” deyip geçiyoruz. “Ya kardeşim” diyenleriniz olacak, “sanki yaşlı ölenlerin değeri biliniyor mu ki.” Haklısınız, fakat konuyu dağıtmanıza müsaade edemem. Halbuki, en çok da biz kıymet bilmeliyiz; kaybettiğimiz, o Allah’ın erken yanına çektiği, kirlenmeye vakit bulamayan değerleri gençlere birer örnek olarak sunmalıyız. Onların işlenememiş fikir tohumlarını mezarlara gizlememeli, gen uyumu olan gençlere ekmeliyiz. Rimbaud genç öldü (şiiri bırakması anlamında söylüyorum, gerçi çok eseri var), Orhan Veli incecik bir şiir kitabı bıraktı geride, biraz da zayıf düz yazılar; evet, onlar edebiyat içerisinde gövermişti, görülmüştü. O halde görülmemek kaderini yaşayanları gördüğümüzde ahlaksızca görmezden mi geleceğiz. Yooo, hayır.
Biri hakkında yazılar yazmak, o ismin hatırasına yarışmalar düzenlemek için o kişinin geride külliyat bırakması gerekmez. Abartmamalıyız, en nihayetinde külliyatlardan da geriye birkaç cümle kalıyor. Mehmet’in “Ben Yok İken” şiiri beni yazmaya itti, bu itkidir bizi bilgisayarın başına geçiren, yoksa yazdıklarımızın samimi yanı, sıcaklığı olmaz, okur yutmaz.
Mehmet, içini sağmış bize, içmek isteyene saf süt; fakat sütten (ilham), yoğurt, kaymak, peynir, çökelek gibi türlü lezzetler, yiyecekler üretebilirdi, işte birçok edebiyat dışında kalan, hatta içinde olan genç yeteneklerin sıkıntısı bu.
Mehmet’in şair doğduğu aşikâr, işte delili…
Evet, şiir sanatını bilmeyen bir şairin şiiri bu; Mehmet, noktalama kurallarına dahi uymaya çalışmış, mısraların büyük harfle başlamasına özen göstermiş. Bunları bir seçimle yapmadığı için onun modern şiirden pek haberdar olmadığı ortaya çıkıyor. Sorun mu bu, elbette sorun, çünkü bilmeden yapılan işin sonucunda tesadüfen iyi ürün alınır.
Eğer şiir sanatını yakından tanısa Mehmet, değme şairi kıskandıracak bir yükseltiye ulaştığı bu lirik kanatlı şiir gibi nice şiirin altına imzasını atacaktı. “Ya, bu şiirin sesi aksak, bütünlük sorunu var” demeyin, boş verin bu teknik lafları, çünkü iyi eserlerde hep bir amatör tat vardır. Mehmet’in şair doğduğu aşikâr, işte delili: Gayet sağlıklı ve genç olmasına rağmen kendi ölümünü sezip şiirleştirmiş, kolay değil ölüme selam çakabilmek.
Ha, bu metin biraz da “Tarih yazar mı beni?” sorusuna bir karşılık olarak görülsün isterim. Gördük seni Mehmet, sen de bizim soyumuzdansın. Duacıyız sana, sen de bizim için dua et, bıraktığın gibi duruyor dünya, döndüğüne inanma.
http://www.dunyabizim.com/manset/9933/ben-yok-iken-de-varim-dedi-mehmet.html