Beni 'ağrıtmayan' hiçbir şey hakkında cümle kurmuyorum

Beni

AKİF HASAN KAYA   -   02.10.2012

 

 

Güray Süngü'nün ikinci öykü kitabı "Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi" geçtiğimiz hafta okura ulaştı.

Süngü, yazı hayatını hem roman hem de öykü alanında verdiği eserlerle sürdürüyor. İlk romanı 'Pencereden' 2006, ikinci romanı 'Dördüncü Tekil Şahıs' 2007, üçüncü romanı 'Düş Kesiği' 2010 yılında yayımlandı. 'Düş Kesiği' romanıyla 2010 'Oğuz Atay Roman Ödülü'ne layık görüldü. Yazar, aynı yıl ilk öykü kitabı 'Deli Gömleği'ni yayımladı. Süngü'nün dördüncü romanı 'Kış Bahçesi' 2011'de yayımlandı ve yazar, bu romanıyla 2011 Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü'ne layık görüldü. Postmodern romanlar ve öyküler yazan Süngü'nün kahramanları genelde tutunamayan, rahatsız ve sıra dışı tipler. Yazarın öyküleri Hece Öykü, E-Edebiyat, Özgür Edebiyat gibi dergilerde yayımlandı. Bazı öyküleri Almanca ve İspanyolcaya çevrildi. Güray Süngü ile Okur Kitaplığı'ndan çıkan ikinci öykü kitabı "Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi"ni, romanı ve öyküyü konuştuk.

Kitabın ismiyle başlayalım. Kitapta "Hiçbir şey anlatmayan hikâyelerin birincisi" adlı bir öykü var ama ikincisi yok. İkincisi kitaba isim olmuş. Bunun bir öyküsü var mı?

Kitabın ilk öyküsü, 'Hiçbir şey anlatmayan hikâyelerin birincisi'. Kitap ise benim ikinci öykü kitabım, bu sebeple kitabın adında birincisini değil ikincisini kullandım. Peki neden hiçbir şey anlatmayan? Bu mesele sanat eserinin anlattığı şey ile söylediği şey arasındaki ilişkiyle alakalı. Bir eserin söylediği şey anlattığı şeyi araç edinir çoğunlukla. Bunu görmez de anlatılanda kalırsak, eser hiçbir şey anlatmıyor diyebiliriz. Ben bunu kafadan kendim söyleyeyim istedim.

Hem roman hem de öykü yazıyorsunuz. Romanın ve öykünün imkânları arasında nasıl benzerlikler veya farklılıklar var? Siz bu imkânları nasıl kullanıyorsunuz?

İşlevleri benzer ama imkânları farklı. Öyküyü seviyorum ama roman daha geniş düşünmeyi, daha çok bilmeyi, daha çok çalışmayı, daha çok sabretmeyi gerektiriyor. Kabaca şöyle söyleyebilirim, teşbihte hata olmaz; bir romanın içinde yirmi-otuz tane öykü vardır belki ama bu öykülerin birbiriyle bağı, kurgusal, tematik, üslup açısından kurulmazsa roman, kötü roman olur. Bu şekilde kurulan bir öykü kitabında ise bu gereklilik yoktur, her öykü bağımsız, kendinden sorumlu olacağı için.

Eserlerinizdeki kahramanlar genelde tutunamayan rahatsız tipler. Neden bu kadar aykırı kahramanlara yer veriyorsunuz?

Benim bir tipi veya karakteri tercih ettiğim yok aslında. Bugün bir deli hakkında öykü yazayım demiyorum. İçimde o türden adamlar dolaşıyor. O türden olaylar canlanıyor zihnimde. Beni 'ağrıtmayan' hiçbir şey hakkında cümle kurmuyorum. Beni 'ağrıtan' şeyler hakkında kurduğum cümleler de bunlar. Bu açıdan ben aslında amatör bir yazarım. Yazı hayatımın ilk yıllarında takındığım 'gereksiz yazar' müstearı da buna delil zaten. Yani Nasreddin Hoca'yı anımsayarak söyleyeyim; ben doktor olmayı değil, damdan düşen olmayı tercih edenlerdenim.

Kitabın giriş öyküsü olan 'Hiçbir şey anlatmayan hikâyelerin birincisi'nde çok derin bir yabancılaşma problemini öyküleştirmişsiniz. Öykü veya roman bir imkân olarak yabancılaşma gibi problemlere çözüm üretebilir mi? Yazar bu önermelerin neresinde yer almalı?

Çözüm üretemez... Zaten amacı da bu değil. Bütün iyi sanat eserleri insan ruhunu inceltmeye yarar. İnsanı inşa eder yani. Ama sanatçının görevi ya da amacı insanların ruhlarını, iç dünyalarını güzelleştirmek değildir. Sanatçı; duyuşu, algısı ve yeteneğiyle, başka türlü olmayacağı için eser koyar ortaya. O eser ise böyle bir şeye yol açar, insanlığa iyi gelir. Yazar açısından böyle olduğu gibi, okur açısından da böyledir. Hiçbir okur daha ahlaklı ya da daha yüksek bir duyuş sahibi olmak için roman okuyor değildir. Ama roman okuyanlar yüksek bir duyuşa erişir. Bu döngünün sonunda o soruna çözüm üretilmiş olmaz, ama değişen ve olgunlaşan insan için o sorun da yoktur zaten artık. Bunu şöyle ifade edeyim: Cinayetleri önlemek için alınan önlemler cinayetleri önlemez. Ahlaklı insanlar yetiştirmek önler. Ama cinayetleri önlemek için ahlaklı insan yetiştirilmez. Ahlaklı insan yetiştirmek için ahlaklı insan yetiştirilir.

Bol ödüllü bir yazarsınız. Ödüllerin yazara, edebiyata katkısı var mıdır? Siz ödül meselesine nasıl bakıyorsunuz?

Bu konuda ne söylesem yanlış olur. Çünkü faydası vardır, yazarın ve eserin görülmesini, fark edilmesini sağlar ki bu ilk bakışta iyi bir şeydir. Öte yandan görülen ve fark edilmiş bir yazarın muhatap gözeterek yazma tehlikesi vardır ki bu kötü bir şeydir. Bu konuda hep söylediğim şeyi yineleyeceğim: bir sanatçının eseriyle alakalı aldığı ve alacağı en büyük ödül o eserin kendisidir.

"K..." öyküsünün finalinde, "Kimlerdendin sen o çatışmada. Ben mi? Ölenlerdendim efendim." şeklinde bir diyalog var. Bu öyküye ve finale göre aldığı tavırla Güray Süngü kimlerden?

Bana göre insanlığın dünyayı ve hayatı bugün itibarıyla getirdiği yerde, insanların kimlerden olduğu değil, kimlerden olmadığı önemli hale geldi. Herkesin birbirleriyle gerek inançları, gerek ideolojileri, gerek çıkarları icabı ittifak kurduğu bir dünya birlikteliklerin değil, bölünmüşlüklerin dünyası olacaktır. Ki oldu bu artık. İnsanların en büyük sorunu ahlaktır ve bu sorun tarih boyunca insanları iki gruba bölmüştür: Zalimler ve mazlumlar. Böylesi bir zamanda birilerinden olmanın değil, birilerinden olmamanın kıymeti harbiyesi bu sebeple bana göre daha önemli. Ben kimlerden olmadığımı biliyorum. Allah bunu bilmeyi herkese nasip etsin.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1352898&title=beni-agritmayan-hicbir-sey-hakkinda-cumle-kurmuyorum&haberSayfa=1