BİR İLK KİTAP İÇİN FAZLASIYLA ETKİLEYİCİ
Remzi Şimşek, 'Borges mi Ben mi' kitabında bir yazarın ilk hikaye kitabında kolay kolay yakalayamayacağı iki başarıyı göstermiş: Dil ve yapı.
Ömer Yalçınova yazdı..
27 Haziran 2014 Cuma
Borges mi Ben mi (Okur Kitaplığı, 2014), Remzi Şimşek’in ilk hikaye kitabı. Hemen fikrimi söyleyeyim, inşallah son kitabı olmaz. Çünkü Remzi Şimşek Borges mi Ben mi’de bir yazarın ilk hikaye kitabında kolay kolay yakalayamayacağı iki başarıyı göstermiş: Dil ve yapı. Eğer bir hikaye dilinden söz edilecekse, Remzi Şimşek’te uzun süredir rastlamadığım bir hikaye dili var. Onun dil kullanımı ve üslubu tam da hikaye anlatmak için. Yani okuyucu bu dil ve üsluptan hiç rahatsız olmuyor. Hatta ondan tat alıyor. Üslup, yazarını ne çok ele veriyor ne de yazarla okuyucu arasında fazla mesafe koyuyor.
Okuyucuyu zorlamıyor fakat çok rahat da bırakmıyor. Doğrudan söyleyecek olursak, Remzi Şimşek’in Borges mi Ben mi’deki dil ve üslubu okuyucuyu etkisi altına alıyor.
Hikayede yapı ise gerçek bir yeteneğin göstergesi. Remzi Şimşek hikaye konusunda gayet yetenekli bir isim. Bu bir deneme olmuş diyebileceğimiz metinlere rastlamıyoruz Borges mi Ben mi’de, fakat denemeye özgü bilgi verme, anlatım ve örneklendirmelere rastlıyoruz. Salt olay anlatımına da rastlamıyoruz onda, fakat olay yok da diyemeyiz. Öyleyse şunu söyleyebiliriz: Remzi Şimşek hikayeye özgü homojenliği ve bütünlüğü yakalamış. Bu yapı sorununu neredeyse kendiliğinden çözmüş. Kendiliğinden diyerek belki ona biraz haksızlık ediyoruz. Çünkü Borges mi Ben mi tam bir çalışkanlık ürünü. Remzi Şimşek hikaye için gerekli olan her şeyi düşünmüş gibi. Kurgu, anlatım, fazlalıklardan arındırma, olay, bilgi, tasvir yerli yerinde. Kitapta belirsizlik ve savrulmalara yer bırakılmamış. Remzi Şimşek kitabın neredeyse bütün cümlelerinde titizliği elden bırakmamış, kelimeleri tasarruflu bir şekilde kullanmaya özen göstermiş.
Borges'ten etkilenmek hikaye yazmak için yeterli mi?
Borges mi Ben mi aynen Borges’in kitapları gibi ince ve yoğun. Kitabın Borges kitaplarına benzeyen asıl yönü bu değil. Asıl yönü, Remzi Şimşek’le Borges’in hikaye tutumunda gizli. Bu tutuma hikaye ederek veya hikaye anlatırken düşünmek diyebiliriz. Özellikle ilk hikayelerinde Şimşek sanat, hayat, gerçek, anlam, yalan, oyun gibi konularda düşünür. Ve bunların iç içe geçmişliğine işaret eder. Yani aslında bunlar arasındaki ayrımın suniliğini sezdirir okuyucuya. Neye neden sanat veya yalan diyeceğiz? O dediğimiz sonucunda karşımıza gerçek çıkacak mı gibi onlarca soruya kapı aralar. Şimşek’in Borges’ten aldığı, özümsediği ve sentezlediği ilk ve sağlam etkinin bu olduğunu düşünebiliriz.
Kelimeleri itinalı ve tasarruflu kullanmak ama buna binaen hikayenin gerektirdiği yoğunluğu yakalamak da Borges’ten alınan bir etki gibi görülebilir. Fakat bu etkiyle hikaye yazmak ve başarılı olmak… İşte bunun için yetenek gerekir. Çünkü etki, yazarı bir yere kadar sürükler. Belki ona yazma cesareti verir. Fakat onun ulaşacağı nihai başarıyı belirleyemez.
Başarı için yetenekle birlikte sabır ve çalışkanlık da gerekir. Şimşek’in hikayeleri bu çalışkanlığın, ondan da önemlisi sabrın ürünü. Çalışkanlığı sadece yazarken gösterilen bir eylem olarak anlamayalım. Şimşek belli ki iyi bir modern hikaye okuyucusu. Yoğun bir okumayla birlikte bir hikayenin nasıl olacağına dair yoğun bir düşünme eylemini de çalışkanlık dediğimiz şeye eklememiz gerekir.
Tamamıyla yerli bir hikaye kitabı
Duyulan, kulak verilen diyalog ve olayların anlatımı kitapta ağırlık kazanmış. Bu benim yakın zamanda okuduğum hikaye kitaplarında rastlamadığım bir şey. Yani anlatıcı, buna yazar da diyebiliriz, duyduklarını kayda geçirmiş. Fakat ilginçtir, kendisi de olayın içinde. Buna hem içinde hem dışında diyebiliriz. Çünkü bir yerde, aktarılan olaydaki karakterle, dinleyip onu kayda geçiren karakter, aynı kişi olabiliyor. Yazar böyle bir ihtimal veya geçişkenliği hikayenin dışında bırakmamış. Bunu abartmadan, yani dozajında gerçekleştirmiş. Kitabın merkezini oluşturan birkaç hikaye bu şekilde kurgulanmış. Ama daha çok konuşan değil, dinleyen bir anlatımcıyla karşı karşıyayız Borges mi Ben mi’de. Buna da belki Borges etkisi diyeceğiz. Fakat bu tekniği Şimşek o kadar ustalıkla kullanmış ki teknik Borges’ten mülhemdir ama onu aşmıştır dedirtiyor.
Aşmıştır, çünkü Borges mi Ben mi tamamıyla yerli bir hikaye kitabı. Yani tamamıyla Türk edebiyatına ve Türkiye’ye ait bir kitap. Onda hem dil ve üslup, hem de düşünce ve his açısından çeviri tadı yok. Borges yalnızca isim ve anıştırmalarıyla bu kitapta yerini alabilmiş. Düşünce ve his konusunda çok yer kaplayamamış. Düşünce ve hisler Şimşek’e ait. Diğer ifadeyle o, yanlış bir etkilenmenin kurbanı olmamış. Yeteneğiyle aldığı etkiyi, yine yeteneğiyle dönüştürmeyi bilmiş.
Bunu da diyaloglardaki ustalığıyla göstermiş. Yazar karakter özelliklerini yansıtacak şekilde kahramanlarını konuşturmuş. Bu şekilde onları tasvir etme yükünden de kurtulmuş. Örneğin buna da yakın dönemde okuduğum hikaye kitaplarında rastlamamıştım. Yeni çıkan hikaye kitaplarında genellikle bir, bilemediniz iki karakter dolaşır. Borges mi Ben mi’de farklı özelliklere sahip karakterle tanışma imkanı buluruz. Kitabın diğer bir başarısı da buradan kaynaklanıyor.
Borges mi Ben mi ince bir kitap, içinde on iki tane hikaye var? fakat dağınık, savruk, gereksiz ayrıntılarla tıka basa dolu, yüzlerce sayfa tutan hikaye kitaplarından daha etkileyici, zengin, dolu ve doyurucu diyebiliriz.
Ömer Yalçınova yazdı
Kaynak: http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=17469&q=okur+kitapl%C4%B1%C4%9F%C4%B1