BİR KADER KİTABI BU ARSLANBENZER İÇİN
Şimdi Hakan Arslanbenzer’in ‘Neo-Epik Şiir’ kitabı elimde dururken, o yazıları tekrar okurken, çektiğim bütün sıkıntıları daha iyi anlıyorum. Ömer Yalçınova yazdı..
30 Ekim 2012 Salı
Atlılar dergisini üçüncü sayısından itibaren takip etmeye başladım. Üçüncü sayıyı okuduktan sonra Atlılar’ın editörü olan Hakan Arslanbenzer’e bir mektup yazmıştım. Mektupta benim heyecanımdan başka bir şey yoktu. Bir de yirmi yaşındaki bir gencin ukalalıkları…
Yani neydi ki okuduklarım ve bildiklerim, dergiyle ilgili yargıda bulunuyordum veya dergideki yazı ve şiirler hakkında eleştirel cümleler kuruyordum. Cehalet, gençlik heyecanı veya haddini bilmemek diye buna denirdi. Hakan Arslanbenzer’in cevabını unutamıyorum. Uzun uzun izahlarda bulunmuştu. Her ne kadar iş yoğunluğundan ve vakit darlığından dolayı, mektubu iki ay sonra gelse de. Öyle dolu dolu bir mektup yazmıştı ki, Hakan Arslanbenzer’in karşısında susmam gerektiğini, susup onu dinlemeye devam ettiğim zaman sorduğum, soracağım veya sormakta olduğum bütün soruları cevaplayacağını anlamıştım.
Öyle de oldu. Aradan belki de on iki yıl geçti. Hakan Arslanbenzer’in yayımlanan tüm yazılarını ve şiirlerini okumuşumdur. Tabii istisnalar kaideyi bozmaz, gözümden veya dikkatimden kaçmış yazıları olabilir. Ankara’ya her gittiğimde, onun sohbetlerinde bulunmaya çalıştım. İstanbul’daki konuşmalarını dinledim. Ben o gün neyi düşünüyorsam veya uzun zaman önce kafama takılmış ve halen çözüme ulaşmamış meseleler neyse, onlarla ilgili Arslanbenzer’in konuşmakta olduğunu gördüm. Şimdi hatırlıyorum, onun bana yazdığı ilk mektupta bu mısralar vardı: “Sorduğun ve sormadığın bütün soruların cevabı verilecektir.” (Çok Üzgünüm, 2010, Fayrap Kitap)
“Bir kader kitabı bu benim için”
On iki yıl geçti, halen Neo-Epik Şiir (2012, Okur Kitaplığı) kitabını bekleyenlerden biriydim. Şimdi kitap elimde. İçindeki yazıları tekrar okuyorum. Onların çoğunu zaten dergi sayfalarından okumuştum. Ama şimdi kitap elimde, yazıları bir de kitaptan okumak, değişik geliyor. Abartmıyorum, sanki ilk defa okuyormuşum gibi, elde kalem, notlar alarak, bazı cümlelerin altını çizip, bazı cümlelere soru veya ünlem işareti bırakarak. Neden ki? Zaten okumamış mıydım? O yazılar yüzüne kaç kişiyle kavga etmemiş miydim? Neo-epik şiiri anlayacak ve millete anlatacağım diye alnımın damarları çatlamamış mıydı? Neo-epik kavramı yüzüne bir sürü saldırılara, yok saymalara, dalga geçmelere karşı düşünsel ve psikolojik bir savaş vermemiş miydim?
Vermiştim. Neler çektim ben neo-epik’ten! Çektim ve şimdi Neo-Epik Şiir kitabı elimde dururken, o yazıları tekrar okurken, çektiğim bütün sıkıntıları daha iyi anlıyorum. Çünkü bu kitabın yazılışını, bire bir olmasa da, şöyle böyle izledim, biliyorum. Konya ve Maraş’ta beni gören herkes neo-epik şiiri sorardı, içinde bulunduğum her sohbet halkasında söz dönüp dolaşıp neo-epik şiire gelirdi.
Önce Atlılar’ın, sonra da Huruç’un mail grubunda neo-epik konusu yazılırdı, tartışılırdı. Rüyalarıma kadar girmişti; İsmet Özel’le rüyamda neo-epik hakkında konuşmuştuk. İster istemez neo-epik benim de meselem haline gelmişti. Ben mi meseleye kendimi kaptırmıştım, yoksa mesele beni içine mi çekmişti, çevremdekiler mi meselenin içine beni atmışlardı, bilmiyorum. Arslanbenzer, “Bir kader kitabı bu benim için.” demiş. Evet, bu kitap Arslanbenzer’inki kadar olmasa da, birçok kişinin kaderi ya da kaderinin bir parçası oldu.
Şöyle de söylenebilir: Neo-Epik Şiir’in yazılışıyla bir, hatta iki kuşağın oluşumu iç içedir. Bu, birbirini etkileyip dönüştürmelerinden anlaşılabilir. Neo-Epik Şiir özelde 71’lilerin (90 Kuşağı) kitabıdır. Asıl yayılmasını, genişlemesini, çeşitlenmesini ve etkisini 2000 Kuşağı’nda gösterir. Arslanbenzer’i kızdırmaktan korkmasam diyeceğim ki Neo-Epik Şiir’i ‘80, ‘90 ve 2000 kuşakları birlikte yazmışlardır. Başka ifadeyle 1980’lerden 2000’lere doğru olgunlaştırılmış bir şiir görüşü, okuması, yorumu ve akımıdır. Bu yüzden kitabı okurken yoğun olarak ‘80, ‘90 ve 2000’lerle karşılaşırız. Karşı durulan bir şiir olarak ‘80 Kuşağı, arayışta birlikte hareket edilenler olarak ‘90 Kuşağı, yön gösterilirken yeni yönlerin keşfedilmesine vesile olarak 2000 Kuşağı. Arka planda İkinci Yeni ve ‘60 Kuşağı, onun da gerisinde Hececiler, Milli Edebiyat, Tanzimat ve Divan şiiri.
Dünyayla hesaplaşmak neo-epik bir tavırdır
Dünyaya Saldıran Şair (1998, Dergâh y.) birçok şey söylüyordu. Birçok kişi zaten neo-epik şiirin teorik yönünü bu kitaba bakarak anlamaya çalıştılar. Adres ve çaba doğruydu ama yeterli değildi.Dünyaya Saldıran Şair, 1990’lı yıllardaki şiir hareketliliğini gösterir. Ortama ve şiire, eleştirinin yeniden gelişidir. Bakarsınız, o kitaptan sonra, diğer değişle 2000’lerde şiir üzerine daha çok yazı yazıldığını görürsünüz. Bu yazılar belli oranda eleştirelliği de taşır, hiç olmazsa o gayretle yazılmışlardır.
İsminden belli bir kitap; şairin dünyayla arası iyi değildir. Fakat neo-epik şiirle dünyaya saldırmak arasında bağ kuranlarla karşılaştım. Bir yerde neo-epik şiir o şekilde anlaşılmaya başlamıştı. Bir insan dünyaya saldırıyorsa; dünya şöyle, dünya böyle, şöyle dünya nankör, böyle aldatıcı veya geçici gibi şeyler söylenildiğinde, neo-epik şiir yakalanmış oluyordu. Ya da bir şiirde saldırgan bir tavır veya kelimeler mevcutsa, o şiire hemen neo-epik deniyordu. Söylediğim şey de bu: Adres ve çaba doğruydu; belki tahminler de işin ucundan bucağından meseleye dokunuyordu, yine de neo-epik şiiri anlamak için Dünyaya Saldıran Şair kitabına başvurmak yeterli gelmiyordu.
O eksikliği bütünüyle tamamlayan bir kitaptır Neo-Epik Şiir. Onu Dünyaya Saldıran Şair’den ayrı düşünemeyiz, kanaatim odur ki düşünülmemeli de.
Yeri gelmişken söyleyelim dünyayla hesaplaşmak neo-epik bir tavırdır. Fakat neo-epik şiiri tanımlamak için yeterli değildir. Saldırganlık, hesaplaşmaya dahil bir şeydir. Onun bir parçasıdır. Yeri geldiğinde kullanışlı bir alettir. Fakat tek başına neo-epik şiiri tanımlayamaz.
Şiirden söz etmek zaten sadece şiirden söz etmekle olmuyor
Neo-Epik Şiir’teki yazıları tekrar hiç okumamış gibi okuduğumu söyledim. Bunun tek sebebi iki okuma arasındaki zaman aralığı değil. Birincisi; o kadar zaman geçmesine rağmen yazıların halen tazeliğini koruyor olmaları. Neo-epik kavramının çok tartışılmasında, zor anlaşılmasında ve etkili olmasında, yazıların bu yönünün de belirleyici olduğu söylenebilir: Belki de ilk ortaya çıktığı ortamın şartlarına kıyasla bile yeniydi. O kadar yeniliği ortam hemen kaldıramadı ama ona karşı bigane de kalamadı.
İkincisi; Arslanbenzer’in yayımlanmayı bekleyen çok sayıda kitabı var. Kitaplaştırılması gereken yazıları da epey yekûn tutar. Fakat bunlar kitaplaştırılmıyor ve yayımlanmıyor. Bunun sebebi yayıncı bulmaktaki zorluk değil. Sonuçta Arslanbenzer Avangard Yayınları’nın kurucusu ve sahibi. İstese oradan her ay bir kitabını yayımlayabilir. Bunu yapmamasının nedeni onun dinmek bilmez titizliği ve çalışkanlığıdır. Yazıları yeniden yazar gibi, kitaba alırken çalışıyor. O yüzden Neo-Epik Şiir kitabındaki yazılar yeniden yeniden, bilmiyorum kaç defa, ben diyeyim on, siz deyin elli defa, gözden geçirilip düzenlemiş, çalışılmış.
Üçüncüsü; konu neo-epik şiirse, yazılarda yalnızca şiirden söz edilmesi mümkün değil. Arslanbenzer “Bir kader kitabı bu benim için.” derken, mevzu sadece şiir değildi. Şiirden söz etmek zaten sadece şiirden söz etmekle olmuyor. Hele ki Türkiye ve Türk şiiri için. Şiirse söz konusu olan, ister istemez sanat, felsefe, sosyoloji, kültür, medeniyet, tarih, siyaset ve gündem de işin içine giriyor. Bir de bu yüzden yazılar, içinde Türkiye’nin 90’larından günümüze kadar geçirdiği safhaları, dolaylı veya dolaysız bir şekilde taşıması hasebiyle yepyeni ve okunur.
Ömer Yalçınova yazdı
http://www.dunyabizim.com/Manset/11364/bir-kader-kitabi-bu-arslanbenzer-icin.html