Bölünme paranoyasından kurtulmamız lazım
Hükümetin başlattığı demokratik açılım süreci ile Kürt sorununda Ak Parti'nin rolünü 'Ak Parti ve Kürtler' kitabının yazarı Halime Kökçe ile konuştuk.
YAYIN TARİHİ: 02.04.2011
YUSUF ATLIHAN
Kitabınız Kürt sorununu ele aldığınız tez çalışmanızdan oluşuyor. Neden Kürt sorunu?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, kuruluşundan bugüne kadarki en temel iki sorunundan biri Kürt sorunu Çünkü. Son on yılda soruna ilişkin farklı bir yaklaşım sergileniyor. Bu bir ümit doğurdu. Bu ümidi oluşturan aktörlerden biri de AK Parti. AK Parti'yle beraber bu farklılığı hissetmeye ve kısmen de görmeye başladık. Bu yüzden bu konunun çalışılabilir, konuşulabilir olduğunu düşündüm.
Sorunun çözümü noktasında umudum var dediniz. Bu umudunuz devam ediyor mu?
Tabii ki devam ediyor. Çünkü bu umut artık bir partinin iktidarda olması şartından da bağımsızlaştı. Türkiye'de icranın başına gelebilmek, Kürt sorunu ve diğer pek çok sorun hakkında açılımdan yana olmayı gerekli kılıyor. Ki zaten AK Parti bu konudan elini eteğini çekmiş değil, çekme şansı yok. Artık bir yola girildiğini düşünüyorum. Bu tabii ki umut verici. Türkiye artık soruna sırtını dönemez. Bir şekilde, hem Kürtleri hem Türkleri memnun edecek bir vasatta çözmek zorunda sorunu. Marjinal kesimler haricinde her aktör bunun farkında aslında. Tabii ki eski alışkanlıklar da devam ediyor bir taraftan. Bu zaten sosyolojik bir kesinliktir. Dönüşüm dönemlerinin tabiatıdır. Kavgalı gürültülü olur, eski ve yeni yan yana ve çok görünür olarak var olurlar. Türkiye de böyle bir dönemden geçiyor. Ama bir on-on beş yıl öncesine göre çok daha 'açık' bir toplum olduğumuz muhakkak. Nihayetlenmiş, yetinmemiz gereken bir durum söz konusu değil tabii ki. Ama "elde var 1" diyebiliriz.
OLAĞAN ŞÜPHELİ AK PARTİ
Kürt sorunu birçok siyasi partinin programında yer aldı ama en somut adımlar AK Parti döneminde atıldı. AK Parti'nin farkı nedir bu noktada?
Kürt sorunu adıyla sanıyla öyle pek çok partinin programında yer almış falan değil, bu ayrı konu. AK Parti bu konuda çok avantajlı. AK Parti'nin içinden geldiği gelenek Kürt sorunu konusunda duyarlı bir gelenek. orada da çok devletçi hassasiyetler söz konusu olabilir ama temelde iki olağan şüpheliden söz edebiliriz. Partileri kapatılan iki siyaset var Türkiye'de. Biri AK Parti'nin içinden geldiği İslami siyaset çizgisi. Nitekim AK Parti bu geleneğin dışına çıkmış bir parti olmasına rağmen olağan şüpheli olmaktan kurtulamadı. Kapatılmak istendi, darbe ile hal edilmek istendi. Kürt sorunu siyaseti yapan çizgi zaten malum. Her zaman yedek tabelayla dolaşıyorlar. Çünkü ikisi de merkezin dışına itilmiş dışlanmış. Her iki siyaset de Kürt halkına bir şey söylemek derdinde. AK Parti'yi avantajlı kılan bu partinin psikolojik, sosyolojik ve siyasi geçmişi ve sosyolojik çevresi bir anlamda. Yani AK Parti'nin hitap ettiği, konuşmaya çalıştığı sosyolojik çevre Kürt sorunu karşısında kalbi nasır tutmamış insanlar diyebiliriz...
SÜREÇ ÇOK DEĞERLİ
AK Parti bir açılım başlattı bu süreçte...
Evet. Bu açılım, resmi ağızların deyimiyle Demokratik Açılım, aslında konunun çözümü için imkânları arayan ve zorlayan bir süreç. Bir tarafta devletin eğilip bükülmesi zor, kalın çizgileri olan kesimi var: Asker, bürokrasi, yargı... Diğer yanda siyasi partiler ve bir Türkiye toplumu söz konusu. Demokratik açılım süreci hiçbir şey yapmadıysa bile şunu yaptı; biz artık yediden yetmişe Kürt sorununu konuşan bir toplum haline geldik. Bir zamanlar 'Kürtlerin de ne sıkıntısı var ki?' diye düşünen insanlar bile artık Türkiye'nin böyle bir gündemi olduğunu kabul etti. Bunun bile çok değerli bir gelişme olduğunu düşünüyorum.
Sürecin içinin boş olduğu, somut adımlar atılmadığı yolunda eleştiriler var...
Bu kadar net bir şekilde süreç için içi boş ifadesini kullanmak büyük haksızlık olur bence. Daha hızlı adımlarla bir şeylerin ilerlemesini umut ediyorduk. Güzel bir şey olacaksa insan tez zamanda olsun ister. Ana dilde eğitim gibi çok kritik konularda daha cesur adımlar atılması beklentisi söz konusu. Bu durum süreci eleştiriye açık hale getirdi.
Sorunu çözmemek bedel ödemeyi de göze almaktır
Kitabınızda Kürt sorununun çözülmemesi artık mümkün değil diyorsunuz. Bu biraz iddialı bir söz değil mi?
Kesinlikle iddialı bir söz değil. Bu sadece benim düşüncem değil. Hepimiz, hep birlikte, bu ülkede kavga etmeden yaşamak istiyor muyuz? Eğer evet diyorsak, hiç iddialı bir şey değil söylediğim. İddialı olan çözmemeye and içmek. Çünkü onun bedeli çok daha ağır. Ne kadar ağır olduğunu da zaten son 30 yıldır yaşıyoruz. En iyi ihtimalle böyle yaşamaya devam ederiz. O bedeli ben ödemek istemiyorum. Bu ülkede kimsenin artık böyle bir bedel ödemek istediğini sanmıyorum. Yeter ki siyaset konuşun. Kavga ve gürültü siyaset sahnesinde çıkıyorsa tolere edilebilir. Siyasetin doğası bunu kaldırır ama başka türlüsüne artık kimsenin tahammülü kalmadı. Ama siyaset yapmak tüm bunları tolere edebilecek bir yola girebilmeyi gerektirir. O yüzden bu vasattan sonra sorunun çözülmemesi mümkün değil diye düşünüyorum. Çözmemeyi göze almak aynı zaman da bedel ödemeyi de göze almak demektir. Bu bedeli Türkiye neden ödesin?
http://yenisafak.com.tr/KulturSanat/?i=311552