Coğrafya kader demektir
Dursun Ali Sazkaya imzalı "Farzet ki Dönemedim", Kaçkarlar'da geçen çocukluğun izlerini taşıyan ve yazarın bu bölgede biriktirdiği Lazlık, Hemşinlilik, yaylacılık, pastacılık, gurbet kavramları ile bunların Türkiye gerçekliği ile ilişkisi üzerine kurulu bir kitap
03.05.2012
SELÇUK KÜPÇÜK
Dursun Ali Sazkaya, ismini yeni duymaya başladığımız bir 'anlatıcı'. Ben O'na 'anlatıcı' diyorum çünkü Okur Kitaplığı'ndan çıkan ilk kitabı Farzet ki Dönemedim, bütünüyle Kaçkarlar'da geçen çocukluğunun biriktirdiği anılar yumağından oluşuyor. Şimdiye dek o coğrafya ve kültürü, ağırlıklı biçimde Marksist zihinsel algının tortuları ile aktaran mevcut okuma biçimlerinden, yerli duyarlılığa yaslanan dili bakımından ayrışıyor Sazkaya'nın kitabı. Lazları, Hemşinlileri, Türkiye'nin en gizemli coğrafyası olarak Fırtına Vadisi ve Kaçkarlar'ı, pastacılığın saklı tarihini ve yaylacılığı hüzünlü bir çocuğun belleğinden anlamaya çalışan kitabı üzerine, Sazkaya'ya bazı sorular sorduk.
OSMANLI HEMŞİNLİLERE ÖZEL DAVRANDI
Lazların ve Hemşinlilerin aynı vadide yaşamalarına rağmen bu denli ayrı kültüre sahip oluşlarını doğrusu hayretle karşıladım. Bunun sebebi nedir sizce?
Tarihsel gelişim ve sosyo-politik süreçler böylesine bir yabancılığı ve iletişimsizliği beraberinde getirdi. Ayrıca iki halk ayrı bir etnik kökenden geliyor fakat bu tek başına olayı açıklayamaz. Sosyal bilimcilerin de henüz araştırmadıkları bir konu bu. Hakikaten o coğrafyada tarih Lazlar ve Hemşinliler için ayrı tonlarda akmıştır. Osmanlı devletinin Hemşinlilere özel bir ilgi gösterdiğini çeşitli okumalarımdan anlayabiliyorum. Bin yedi yüzlü yıllardan beri Osmanlı, Hemşinlilerle ilgilenmiştir. Mesela henüz Trabzon Lisesi bile yokken Hemşin vadisinde Rüştiye mektebi kurulmuştu. Lazlar bu imkândan faydalanamadılar.
Kitabınızdan yeni öğrendiğim bir mesele de çok eski dönemlerden beri Rizelilerin gurbetçi olmalarıdır. Peki bunun temel nedenleri nelerdir?
Ortaçağ'a ait bir söz vardır; "Coğrafya kader demektir" diye. Rize bölgesi eskiden son derece yoksuldu. Çünkü henüz çay yoktu, arazi koşulları tarıma elverişli değildi. Çok sınırlı oranda ancak aç kalmayacak nispette mısır yetiştirilir, hayvancılık yapılırdı. Güneşin bile ıslandığı, toprağın yağmurdan neredeyse çürüdüğü bir memleketten söz ediyoruz. İnsanlar mecburen başka diyarlara gittiler. Batum çıkış kapısıydı dedelerimiz için. Oradan başta Rusya olmak üzere pekçok ecnebi memleketlere ekmek parası için gurbete gitmişlerdir.
Gurbet olgusunu işleyen çok hüzünlü metinler var kitapta. Bu öyküleri nasıl öğrendiniz.
Başta ailemden ve çevremden pek çok gurbet öyküsünü dinlemişimdir. Eskiden hemen hemen her evde Rusya gurbetini yaşamış insan vardı. Bu insanları tarihe düşmek istedim. Onlara ağıt yazdım aslında. Düşünün Osmanlı dünyasında henüz gurbet nedir bilinmezken dedelerimiz 1800'lü yıllarda ecnebi memleketlere gitmişler. Oralarda iş yeri sahibi olmuşlar, bir nevi öncü küresel girişimcilik örneğini sergilemişler.
ÇOCUKLUK EBEDİ YURDUMUZ
Yörenin kültürünü ve tarihini neden çocukluğunuzdan yola çıkarak örmeyi seçtiniz?
Bunu bilinçli olarak yaptım. Bir kere insanın ebedi yurdu çocukluğudur. Ben bu ebedi yurduma dönerek uzak ülkelere gidip dönemeyen insanların acılarını, ezinçlerini, geride kalanların hüzünlerini anlamaya çalıştım. Bir dünya acısını, yeryüzüne düşmüşlüğü anlatmaya çalıştım. Kaçkarların, Karadeniz'in yağmurla gurbete çıkan eski ve yeni çocuklarını, sıla özlemini, geleneksel kültürel dokuların bir bir hayatımızdan sitemkâr gözlerle yitişlerini yazdım. Son zamanlarda yöremizi anlatan pek çok film ve belgesel çekildi. Ama hiç biri Kaçkarların ruhunu yansıtmıyor. Oryantalist anlayışa karşı duruş da var kitabımda. Bunu da ancak çocukluğumdan yola çıkarak yapabilirdim. Zira yazılı olmayan hep sözel aktarımlarla gelen bir tarihten söz ediyoruz.
http://yenisafak.com.tr/KulturSanat/?i=381144