ESKADER Ödüllü Yazar Süheyla Karaca Hanönü ile "Ardıç Kuşu" Üzerine Bir Sohbet

ESKADER Ödüllü Yazar Süheyla Karaca Hanönü ile "Ardıç Kuşu" Üzerine Bir Sohbet


'Karaca Gözü'' adlı ESKADER ödüllü kitabın yazarı Süheyla Karaca Hanönü, bu kez de yeni kitabı ''Ardıç Kuşu'' ile okurlarına yepyeni bir serüvenin kapılarını aralıyor. 19 farklı hikayeden oluşan Ardıç Kuşu'nun yazarı Süheyla Karaca Hanönü ile kitabın detayları üzerine konuştuk.

Münevver KabaoğluKitap okumanın hazzı kadar kitap yazmanın da hazzı başkadır. Özellikle yaşamdan kesitler sunan, içerisinde kendinizden bir parça bulduğunuz eserler bu hususta çok kıymetlidir. Ardıç Kuşu da bunlardan biri. Henüz basımı tamamlanıp matbaaya iletilmişken, matbaada çıkan yangın sonucu yanan kitaplar arasında Ardıç Kuşu. Kapak görselini kendisinin resmettiğini belirten yazar Hanönü ile kitabı yazma serüveni ve kitabın detayları üzerine sohbet ettik.

Binada Yangın Çıktı

Öncelikle geçmiş olsun, kitabınızın bulunduğu yayınevinde yangın çıktığını öğrendik. Haberi aldığınızda ne hissettiniz?

Evet, maalesef böyle hazin bir durum oldu. Ardıç Kuşu için hayırlı olsun mesajları almaya başlamışken bir anda geçmiş olsun dileklerine döndü durum. Kitabım matbaadan yayınevindeki depoya geleli birkaç gün olmuştu. Kitap daha yeni dağıtıma başlamıştı ki Ramazan ayının ilk günü Okur Yayınevi’mizin de bulunduğu binada yangın çıktı. Söndürme işleminde yetersiz kalınınca üzücü bir tablo çıktı ortaya. Sözleşmemi imzaladığım gün yayıncımız Ünsal Ünlü ile binlerce kitabın yer aldığı o depoyu gezmiştim. Haberi alınca haliyle çok üzüldüm. Söz konusu sadece kendi kitabım için duyduğum üzüntü değildi elbet.

Depoda gördüğüm binlerce kitap, günlerce gözümün önünden gitmedi. Son çıkan kitaplar deponun ön tarafında olduğu için Ardıç Kuşu kitabının tamamı da yanmış. Neyse ki binada can kaybı yok. Maddi hasarlar telefi edilir bir şekilde. Yayınevimiz yanan kitapları yeniden bastırıp faaliyete geçtiğinde güçlü bir destek olunmasını isterim.

Kitabınızın dikkat çekici bir girişi var. Merhum teyzenin kimliğinin annenize verilmesi olayı. Bunun hakkında biraz daha bilgi veriri misiniz?

“Her çocuğun hikayesi bir anne ile başlar.

Bu kitap kıymetli annem Muhabbet Karaca’ya adanmıştır.

Dedem üşenmiş anneme kimlik çıkartmaya ve anneme ölen ablasının kimliğini vermişler.

O yüzden annemin kimlikteki ismi Kifayet’tir. İşte bu bile başlı başına bir hikayedir.”

Ardıç kuşu tam da bu girizgâhla başlıyor. ESKADER tarafından ilk kitap ödülü alan ”Karaca Gözü” adlı kitabımı babam Ekrem Karaca’ya adamıştım. İkinci kitabım Ardıç Kuşu ’nu ise anneme adamış oldum. Malum üzere eski nesilde isimlerle, lakaplarla, kimlik bilgileri ile ilgili hikâye çoktur. Mizah konusu olmuştur. Birçok kişi kimlikte 1 Ocak doğumludur. Babam da onlardan biridir. Kimliğe ayı değil, yılı bile doğru yazılan şanslıdır. Çocuklar, hangi ay doğduklarını öğrenebilmek için annelerine sorduklarında buğday hasat zamanı, dut zamanı, bostan bozum zamanı gibi cevaplarla karşılaşırlar.

Kızlar evlendirilebilmek için büyük yazdırılır, erkekler askere geç gitsin diye küçük yazdırılır. Sanki soyadı kanunu köylere ulaşmamış gibi kişiler lakaplarıyla anılır. Bu lakaplar genellikle kişilerin fizyolojik özellikleriyle ilgili olduğu için incitici olur çoğu kez. Bu konuya Ardıç Kuşu adlı hikayemde de değindim.

Annemin bahtına da ölen ablasının kimliğini taşımak düşmüş. O yüzden annemin kimlikteki yaşı epey büyüktür. Bunun acısını da pandemi döneminde yaş sınırından eve hapsolurken yaşadı.

"Hikâye, kitabın kapağından başlamış.”

Kitabınıza isim olarak Ardıç Kuşu ’nu seçmenizin özel bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Okurlarımızla paylaşmak ister misiniz?

Toplam on dokuz hikâyenin yer aldığı Ardıç Kuşu’nda okurlar kuşlarla karşılaşacak. Angut kuşu, güvercinler, jako Papağanı, kumru kuşları, ebabiller ve ardıç kuşu gibi. Üniversite hocam Prof. Dr. Şaban Sağlık, kitabım için şu ifadeleri kullandı:

“Mevlana der ki kuşlar gece gündüz öterler, yani hikâye anlatırlar. Hikâye, kitabın kapağından başlamış.”

Kuşlarla bu denli hemhal olunca benim için özel yeri olan Ardıç Kuşu adlı hikâyemi kitabıma isim olarak seçip kapağa da ardıç kuşunu kendim resmetmenin mutluluğunu yaşadım.

Yazdıkça Mutlu Oldum

Bu kitabı yazmaya sizi ne teşvik etti?

Bu uzun sürece yayılan bir durum aslında. Yıllar içinde zihnimde taşıdığım konular, tanık olduğum olaylar hikâye olarak dışa vurmuş oldu. Yazdıkça rahatladığımı, arındığımı ve mutlu olduğumu hissettim. En büyük teşvik bu olsa gerek.

Bu kitap okurlara ne vadediyor? Bir serüven mi, hayata dair izler mi yoksa edebi çıkarımlar mı?

Hepsi diyebiliriz. Hayata dair her şey kurmacaya da dâhil olur. Her birey bir sergüzeşte sahiptir. Herkesin hayatında iyisiyle kötüsüyle izler vardır. Bizim yaptığımız bunu edebi bir dille kurmaca olarak okura sunmak.

Bir yazar, metnini oluşturup iki kapak arasında okura sunduktan sonra artık gerisi okurun o metinden ne anladığına, ne hissettiğine kalmıştır.

Bir bahçıvan bir gülün hatırına bin dikeni sularmış. Bu misal bazen bir kitapta karşılaşılan bir cümlenin kimlerin yarasına merhem olacağını bilemeyiz.

Ardıç Kuşu’nda aile içi çekişmeler, eşyanın kölesi olanlar, kıskançlık kıskacında kıvrananlar, kiracı-ev sahibi ilişkisi, pandemi etkisi, deprem etkisi, hayata tutunama durumları, gönül yorgunu olanların halleri gibi pek çok konu hayata dair bir izdir aslında.

Bu izleri sunarken edebi imkânlardan yararlandım elbet. Kitapta yer alan fabllarım okurların gözünden kaçmayacaktır. Bazen bir gömlek, bazen bir koltuk, bazen de kumru kuşlarını konuşurken bulacaklar.

Gençleri Asla Kınamıyorum

Gençler başta olmak üzere toplumun büyük kesimi kitap okumaya uzun saatler ayırmak yerine sosyal medyada süresi kısa olan videolar izlemeyi tercih ediyor. Sizce kitap okuma keyfi ile sosyal medyanın pratikliğini birleştirmek mümkün mü?

Bu soru oldukça önemli bir soru. Hakkında paneller, sempozyumlar düzenlenebilecek ciddi bir konu bence.

Şunu kabul etmeliyiz ki dünya artık küçücük ekranlara sığmış durumda. Tarihsel zaman gerçekliği bu ki dijital bir çağdayız. Hız ve haz çağı diyorum maalesef.

Bir eğitimci olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki toplum olarak okuma alışkanlığı kazandırmada aciz bir toplumuz.

Gençlerimizi asla kınamıyorum çünkü ebeveynler dizi, maç izlerken ya da sosyal medya hesaplarında zaman harcarken çocuklarına kitap oku diyemez. Rol model olmak zorundayız.

Reşat Nuri’nin pek sevdiğim bir tespiti vardır: ”Bir çocuğa neden kitap okumuyorsun demek neden piyano çalmıyorsun demek gibi bir şeydir. Kafayı kitap okumaya alıştırmak, parmakları piyanoya çalıştırmaya alışmaktan kolay değildir. Ona göre yetişmek, hazırlanmak gerek.”

Sosyal medya da doğru bir amaçla kullanılırsa bir nimettir aslında. Kültür seviyesi artanların paylaşımları da o derece kaliteli, faydalı oluyor. 2012’den beri dergilerde, çeşitli mecralarda yazmakla birlikte sosyal medya sayesinde tanınmaya başlayan bir yazar olduğumu söyleyebilirim. Öyle arkadaş grupları biliyorum ki ay içinde okuyacakları kitapları belirleyip o kitapları okuyarak belli günlerde bir araya gelerek okudukları kitapları yorumluyor ve bunları sosyal medya hesaplarında keyifli bir şekilde paylaşıyorlar. Bu tür faaliyetler çoğaltılabilir, kitaplar üzerine içerikler üretilebilir. Her ne kadar dijitalleşsek de bir kitabın sayfalarına dokunup göz izimizi düşürmekten hiç mahrum kalmamak temennim.

Son olarak eklemek istedikleriniz neler?

Bu sorular ve nezaketiniz için teşekkür ediyorum.

Son yıllarda gerek dünyada gerek ülkemizde peş peşe yaşanan, bilinçaltımızı olumsuz etkileyen olayların son bulmasını, dünyadaki tüm mazlumların huzura kavuşmasını diliyorum.