FOLKLOR YAZIYA DOST
Şair Mehmet Aycı’nın, adını bir türküden alan son deneme kitabı Çarşaftan Kol Atmak’taki denemelerin çoğunda bir türküyle karşılaşıyor, Türkçenin halk dilindeki zarafet ve tazeliğini yeniden seziyoruz.
03 Haziran 2013
ALİ ÇOLAK
Şair Mehmet Aycı’nın denemelerini 2006’da yayımladığı Serkisof Ahbabım Olur’dan beri takip ederim. Tanpınar’ın söylediği gibi “şiirde sustuğunu” düzyazıda mı anlatıyor Aycı? Hayır, bu kanaatte değilim. Şiire farklı, düzyazıya farklı anlamlar yüklüyor, ikisinde başka başka kişiler olarak karşımıza çıkıyor. Onunla karşılaştıkça konuştuklarımızdan hatırlıyorum, içinde sonsuz bir ‘yazma’ arzusu var. Sanki gelmekte olan tufandan, yangından önce bir şeyleri kurtarmak istiyor, yazıya dökerek onları yaşatacağına inanıyor. Bu yüzden, Aycı’nın yazacağı, yazmakta olduğu bir şeyler her zaman var ve bunlar, ortaya çıkmak için birbirini iterek, çekerek sabırsızlıkla okura ulaşacakları günü bekliyor.
TÜRKÜNÜN ÖZEL YERİ
Son deneme kitabı Çarşaftan Kol Atmak, daha adından başlayarak Aycı’nın düzyazı dilinin bütün karakteristik özelliklerini veriyor. Kitap, adını bir türküden alıyor. “Dama kurdum çatmayı/ Çağırın gelsin Fatma’yı/ Fatma’m nerden öğrenmiş/ Çarşaftan kol atmayı.” Aycı’nın denemelerinde ‘türkü’nün özel, hatta vazgeçilmez bir yeri var. Bu ayrıntı, onun içinden çıkıp geldiği Anadolu hayatıyla; hususi manada halk dili ve kültürüyle bağının ne denli güçlü olduğunu gösteriyor. Kitabın ilk denemesi de bir türküye duyulan hayranlıkla başlıyor: “Ne güzel Tokat türküsüdür; ‘Yola yolladım seni/ Yollar yormasın seni/ Hızır elinden tutsun/ Bana yollasın seni’… ‘Yol’dan geçilmeyen, 3 sözcüğü yineleme olan, 12 sözcükten oluşan bu dörtlükte ne çok şey var Allahım…” Kitaptaki otuz civarındaki denemenin çoğunda bir türküyle karşılaşıyor, Türkçenin halk dilindeki zarafet ve tazeliğini yeniden seziyoruz. Yazarın muradı da bu olmalı. Halk kültürünün ve dilinin zenginliğini fark ettirmek, uzak kaldığımız ve artık yitirmek tehlikesiyle yüz yüze bulunduğumuz kültürün lezzetlerini hayatımızın içine çağırmak… Bunu yalnız türkülerle yapmıyor yazar, yerel dile ait sözcükleri, kıyıda köşede kalmış deyimleri, deyişleri, hikâyecikleri yazılarına dahil ediyor.
Mehmet Aycı’nın denemeleri, benim öteden beri önemsediğim, köken itibarıyla ‘yerli’ deneme yazıcılığına iyi birer örnek teşkil ediyor. Ne demek bu? Bir yönüyle sözlü kültürümüzdeki kıssa ve hikâye anlatma geleneğine, bir yönüyle ta Dede Korkut’a Evliya Çelebi ustamıza, onlardan da Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Rasim, Refik Halid tarikiyle günümüze kadar düşe kalka gelen söz söyleme biçimine uyan bir deneme dili… Halk hikâyelerinin ve klasik Türk nesrinin musikisini temellük ederek yazmak… Bence bu, Türk denemesini özgün kılan bir özelliktir ve Türkçenin sesini yaşatmak konusunda bize hayli elverişli imkânlar sunar. Mehmet Aycı, sözünü ettiğim ustaların dilini belli ölçülerde temellük ederek, konuşma dilinin, sözlü kültürün imkânlarını denemeye çekip getirerek kendine mahsus bir deneme dili oluşturma yolunda başarıyla yürüyor. Sahip olduğu zengin halk kültürü ve ısrarla ‘içeriden’ konuşan tavrı, onun bu vadide özgün bir mevki edinmesini sağlıyor. Cemal Süreya, o meşhur yazısında folklorun şiire düşman olduğunu söylemişti. Aycı’nın denemelerini okudukça, folklorun şiire değil ama düzyazıya dost olduğunu görüyorsunuz.
DİLLE OYNAMAK
Dille oynamayı seviyor Aycı, okurla halleşmeyi de. Türküdeki gibi ikide bir “çarşaftan kol çıkarmayı” ihmal etmeyerek, okurla bağını diri tutuyor. “Ey yarenler” diyor, “Aa, yahu nasıl unuturuz…” diyor. “Vay, bu da nereden çıktı!” diye hayretleniyor. Sık sık kendini yazıya dâhil etme alışkanlığı da var. Bir denemesine şöyle başlıyor mesela: “Tohuma dair neşeli bir yazı yazmayı kulu Mehmet Aycı’ya nasip eden Allah’a hamdolsun…” Bunlar, yazarın hareket alanını genişlettiği gibi denemenin yüzünü de güldürüyor. Elbette kıvamında olmak kaydıyla… ‘Kıvam’ meselesine gelmişken bir noktayı da işaretlemek gerek. Mehmet Aycı, kendi düzyazısı için bir avantaj olan yazma biçimini kontrollü bir biçimde sürdürürse, bu edebiyatımız, özelde deneme birikimimiz için kazanç olacaktır. Aycı yazarken aynı zamanda eğleniyor, yazıdan mutluluk çıkarmayı biliyor. Belki de o mutluluğun lezzetiyle yetinmeyi sevdiği için topu gelişine vurmaktan hoşlanıyor. Bu, onun yazısına çoklarında eksik olan bir doğallık da vermiyor değil. Bunlar ‘ölçülü’ olmak kaydıyla, evet, bir avantaj ve denemeyi tatlandırıyor. Aycı’nın denemelerinde bu ‘ölçü’ sınırlarda geziniyor. Biraz daha ileri gitse fazlalığa dönüşecek korkusu yaşatıyor.
Bu toprakların yaşama biçimi, sazı ve sözü, ağıdı ve sevinci var Aycı’nın her satırında. Bir bakıma bizim hikâyemiz… Yaşlılık bir varlıktır diyor mesela. Başka hangi dilde, hangi kültürde denir? Türküler, illa ki türküler, “Kara köprü narlıktır/ Güzellik bir varlıktır.” Aycı’nın güzellik yurdundan bize getireceği çok şey var daha.
ÇARŞAFTAN KOL ATMAK, MEHMET AYCI, OKUR KİTAPLIĞI, 176 SAYFA,
Bölüm: Edebiyat
Sayı: 89
Kaynak: http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?newsId=8311