Hakkı Özdemir'le Roman ve Roman Eleştirisi Üzerine
8 NİSAN 2013
Günümüz Türk edebiyatını düzenli olarak takip edebiliyor musun?
Yahya Kemal’in “Eylül Sonu” şiirinde ayrılmanın zor olduğu bir sevgiliden bahsedilir. O sevgili vatandır, İstanbul’dur, hattâ İstanbul’un bir semtidir. Şiirin üçüncü beyiti şöyledir:
“İçtik bu nâdir içki’yi yıllarca kanmadık…
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!”
Edebiyatla uğraşmak da bir zevk işidir ve bu nadir içki’ye de tek bir ömür yetmez. Nasıl ki vatan bir bütündür ve onun bir parçası, yani semti, geneli temsil eder; işte bunun gibi edebiyatta da bütünü temsil eden özel semtler vardır. Aslında çoğumuz için geçerli olan da budur. Şiir, hikâye, roman edebiyat ülkesinin şehirleridir. O şehirlerin de ayrıca semtleri vardır. Her yerde olunamayacağına göre, herkes şehrini yahut semtini seçer. Ancak arada bir başka şehirlere ve semtlere kısa ziyaretlerde bulunulur.
Bir de zamanın şehirleri vardır. Her ne kadar zaman bir bütün olsa da geçmiş, bugün, gelecek algıları insan zihninde yer etmiştir. Ne sebeple olursa olsun, sonuçta onlar arasında da aynı seçim geçerlidir. İhtimal, bütünün en küçük parçası için bile bir ömür yetmeyecektir. O nedenle eser olarak ben tercihimi geçmişten yana kullanmak isterim. Yine Yahya Kemal’in bir mısrasıyla örneklendireyim. Yahya Kemal, “Kar Mûsıkîleri” şiirinde “Duydumsa da zevk almadım İslâv kederinden” diyor. Duyup da zevk almadıklarımızdan uzaklaşırız veya onu aramayız. Dolayısıyla bazı istisnalar dışında içinde yaşadığım zamanın edebiyatını takip edecek vakti bulamıyorum. Farklı bir semtin sâkiniyim, farklı şeylerden zevk alıyorum. İstisnaların başında ise dergi geliyor. Ancak dergi takip etmekle yayın takip etmek çok farklı. Dergileri de zamanında takip edemediğim oluyor. Bazen bir derginin birçok sayısını biriktirip okuduğum oluyor. Bu da aslında son sayı dışındakileri eski yapıyor.
Daha çok geçmişle ilgilenmen bilinçli bir tercih midir? Bir tavır mı yoksa?
Cemil Meriç “Yaşayanları yöneten ölüler vardır. Demek ki öldürülmesi gereken ölüler de var” der. Söylediklerime bir türbedârın sözleri olarak da bakılabilir. Mesela bugün İstanbul’un en güzel semtleri mezarlıklarıdır. Oralar da sükûnet vardır, koşuşturmaca bitmiştir. “Serin selviler”in bahçelerinde hırs ve arzudan eser yoktur. Aynı hakikat bütün göçmüş edebiyatçılar için de geçerlidir. Onlar artık sükûnetin ortasından konuşmaktadırlar. Zaten kısacık bir ömür her semte ulaşmaya izin vermiyor diye söyledik. Buradan bakılınca geçmişle ilgilenmem tercihtir tabiî ki. Fakat aynı zamanda fıtratımla uyumlu bir tercihtir. Çünkü daima geçmişle ilgilendim.
Hakkı Özdemir’i bir romancı olarak isimlendirmek mümkün mü?
Sadece bir roman yazmış olsam da mümkündür. Bence o da yeter. Roman yazmayı bir meslek hâline getirmemiş olabilirim, ancak diğer yazdıklarım yine doğrudan romanla ilgilidir. Dolayısıyla bu, bir şairin, mesela Oktay Rifat’ın ya da Melih Cevdet’in roman yazması gibi değildir. Son tahlilde yine romanla uğraşıyorum, şehir değiştirmiş olmuyorum. Sonra, nasıl adlandırıldığımın, hattâ adlandırılıp adlandırılmadığımın bir önemi yok. Âyinesi iştir kişinin. Meşgalemle huzurluyum.
Dünden bugüne, fakat özellikle bugün edebiyatımızın âkil insanları kimlerdir? Etrafınızda böyle nitelendirilebilecek kişilerin ortak özellikleri nelerdir?
Akıllı insan, yetiştiren insandır. Bu, fidan dikmeğe benzer. Eskiden sanatla zanaat arasında bir ayrım yokmuş. Her ikisinde de bir nevî usta-çırak ilişkisi geçerliymiş ve okur, kesin ve keskin biçimde yazardan/şairden ayrılmış olmadığından “sanatçı” tipi henüz ortada yokmuş. Modern dünya, kendi çocuklarını doğurmuştur. Sanatçı, edebiyatçı vs. o çocuklardan bazılarıdır. Bu çocukların ihtiras, bencillik, bireycilik, kıskançlık, yabancılık, hülasa Allah’tan korkmama, kuldan utanmama gibi özellikleri olabilir. İşte, kendine edebiyatçı dendiği hâlde bu saydığım özelliklerden vareste kim varsa etrafımızda, onu edebiyatın âkil insanları arasında gösterebiliriz. Onların ortak özelliğini aramayı, egoya esaret zincirini kırmak veya kırmaya çabalamak noktasından başlatmak gerekir.
Son çalışmandan, bu çalışmanın yazılış sürecinden biraz bahsedebilir misin?
Bu çalışma biraz zamana yayılarak tamamlandı. 2010 başında giriş bölümünün çoğunu yazmıştım. Ama bu giriş geniş bir sahaya yayılarak devam ettirilebilirdi, hangi romancılarla veya romanlarla ilerlemek gerektiğini düşünmemiştim. Sonra bazı başka sebeplerin de etkisiyle 2011 yazına kadar bu çalışmayla ilgilenemedim. O yaz, romanın tek kanonik unsuru olarak gördüğüm “romantik aşk”ın aradığım geniş sahayı sunabileceğini düşündüm ve Türk edebiyatı dâhilinde daha önce okumadığım, tanımadığım romancılara ve romanlara yöneldim. 2012 yazına kadar da bulabildiğim kadarıyla aşk romanı türünde okuma yaptım. Hem türle ilgili yeterli bir kanaat edinmek, hem de işlediğim teze mesnet oluşturacak eserlere ulaşmak için yirmiye yakın yazardan ulaşabildiğim kadar fazla roman okudum. Bu romanların çoğuna bugün ulaşmak güç. Bir kısmını kütüphanelerden temin ettim, bir kısmını sahaftan. Kitaba ulaşmak için çabalamanın da ayrı bir zevk olduğunu düşünüyorum. 2013 Şubat’ında da yazma işi sonlandı.
Bu çalışma, “Yeni İnsan ve Ulus Oluşumunda Roman Aşkı” ismini taşıyacak. Yeni bir insan tipinin uluslaşma ve ulusla ilişkisi; Türk edebiyatında romanla birlikte başlayan değişimler ve bunların uluslaşmaya desteği; yenileşme adı altında neler yaşandığı; tarihle romancı arasındaki ilişki; aşk romanlarındaki bazı temaların, romantik aşk bağlamında Batı edebiyatı içinden örneklerle mukayesesi; kadın, feminizm, kamusal alan vb. meseleler, Türk romanının bir asra yayılmış metin örnekleriyle kompoze edildi ve bir sonuca bağlandı, diyebilirim.
Kaçak Yolcu: Hüseyin Akın
http://kacakyolcu.com/hakki-ozdemir-ile-konustuk/