Her kalem olması gerektiği gibi dizmez kelimeleri
01.07.2011
Fatmanur Demir | Öykü
Bir insanın hayatı boyu yaşadığı olaylardır öykü. Kim bilir belki de her anı bir öykü olabilecek insanlar vardır. Ya da yirmi dört saatin her saniyesi bir öykü taşır bağrında. Böylesi maharetlidir öykü. Yoğrulmamış bir un gibidir dakikalarımız. Maharetli ellerde kıvamı tutturularak yoğrulursa eğer, bin bir çeşit nemalar çıkar ortaya. Ama iş, parmak uçlarına tadını veren yürekten geçer evvela. Parmak uçlarındaki tılsımı her yürek taşımaz. Her kalem olması gerektiği gibi dizmez kelimeleri ardı ardına. Delikli fıçı gibi kötü yazılmış bir öyküde, akıtır kelimelerini etrafa ve kısa sürede boş bir sayfa kalır ellerde. Bu tür yazılar uzun soluklu yaşamaz sahibinin elinde, bir kuş narinliğince boynunu büker ve zamanla adı sanı hatırlanmaz bir nas-u nisyan belleğinde. Bu sebepledir ki, yazılan her öykü beğenilmez okuyucu tarafından. Beğenilen öykülerse hakkı verilerek yazılmıştır elbet. Yazılırken harfler öpülmüş, kelimeler yetim başı gibi okşanmıştır defalarca. Yazı cimri bir insan gibidir, almadan vermez. Hatta bazen aldığı miktar az bile olsa, yine geri tutar kendini. Fazlasını ister yazardan. Fazla zaman, fazla gözyaşı, fazla bilgi ve fazla özveri… Bunları almadan görücüye çıkacak kız gibi saklar kendini. Ve bu sayılanlar verilmediği müddetçe yazılanlar içi boş bir davul gibidir. Anlık ses verir, kalıcı olmaz. Etkisi görülmez. Hele yazılan yazı öykü türüyse iş daha da zorlaşır. Kalem ele alındığı an yazarın kendisini tümüyle ister. Satırlarda kaybolmasını, olayı birebir yaşamasını ve son noktaya kadar başka tahayyüllere dalmamasını ister yazardan.
Kişinin yapamayacağı bir işe soyunması ucuz kahramanlıktan öte geçmez. Yazılan öykünün hakkını vermemek öyküye yapılmış en büyük haksızlıktır, zulümdür, sözcüklerle dalga geçmektir. Usulsüz yapılan her iş, amaca vusulü imkânsızlaştırır. Kısır döngü yaşatır okuyanın belleğinde. Aksine, yazdığı yazı kişiye yük taşımışcasına ağırlık vermeli ve yüreğiyle taşımalı bu misyonu. Sözü edeplendirirse kişi, işte o zaman kayda değer bir ismi olur o öykünün. Unutulmaz, yaşatılır okur tarafından.
“Yoksa” adlı öykü kitabı da bu minval üzere yol alan öykülerden oluşmuş. Nitelikli, okumaya değer, okuduktan sonra “harcadığım vakte yazık” dedirtmeyecek bir kitap. Hayatın içinden, bizim aramızdan birileri var öykülerin her satırında. Hemen her kahraman bizim etrafımızda dolaşanlardan biri. Kimi, “Müşerref’i vurdular” adlı öyküdeki gibi mağrur zengine mukabil fakirin hazin sonu… Vurdumduymazlıklar, duyarsızlıklar ve bencilane tavırlar… Hayat fakir için ne yaman. Zengin için ise hizmetçi.
“Her şey bir anda oldubitti... Bir şimşek çakımı, bir akbil basımı esnasında… Bir serçenin daldan havalanması, bir karabatağın bir balığı kapması süresinde... Bir derecenin altmışta birinde… Müşerref’i vurdular. Sf. 17
İşte böylesi bir hızla yaklaşıyordu ölüm ve aynı hızla olaya şahit olanlarda mekâna intikal ediyordu. Ama nedense hemen öncesinde Müşerref’in otoparktaki çaresiz halini kimse görmüyordu
“Şu taraftan aga.”
“Yıkayayım mı aga.”
Bir başka öyküsünde de önemliden çok, önemsize verdiğimiz değerden bahsediyor yazar. Değer ölçütlerimizin nasıl da zamana ayak uydurarak dejenere olduğunu haykırıyor. Neye, nasıl, niçin sorularını kendimize yöneltmede nasıl da vurdumduymaz bir tavır sergilediğimizin mesajını veriyor. Satır aralarına gizlenmiş o kadar çok mesaj var ki…
Ya da “Gazeteler, ne Necati’yi ne Remzi’yi ne Hüsnü’yü ne de Dolunay’ı taşıdı üçüncü sayfalarına. Gün manşetlerin günüydü.
“Fenerbahçe Galatasaray’ı sahadan sildi: 4-0” sf: 38
Bu kadar basit değildi hayat. Ve hayat böylesi hafife alınmamalıydı. Necati, Remzi, Hüsnü ve Dolunay’dan bihaber kalmakla hayata nasıl da 4-0 yenik düştüğümüzü ve sahalardan değil insanlık defterinden silinip gitmekte olduğumuzu vurguluyor bu öyküsünde yazar.
Duygularımızın mantığımıza baskın olmasından bahsediyor mesela. En ufak bir dürtüyle aklımızı devreden çıkarıp, nefsin peşinden dörtnala koştuğumuzu anlatıyor “Mazi kalbimde bir yaradır” adlı öyküsünde. Maziden geriye kalan ve küllerini bile savurmuş olmamız gereken gönül meselelerini evlendikten sonra gündeme getirmenin hatta ona takılıp gitmenin ne acı bir durum olduğundan bahsediyor. Öykülerin çoğu ahlaki değerlerimizden nasıl da bir bir uzaklaşmış olduğumuzu anlatmaya çalışıyor aslında. Çözülen ve çözüldükçe basitleşen, değersizleşen bir alt yapının geleceğimizi de tehdit altında bıraktığı mesajını veriyor. Bozulan dünyada ve toplumda bozulmamış bir insan olabilmenin ne zor şey olduğunu anlatıyor.
İnsanlık zor be azizim. Aslolan insan doğmak değil insan kalabilmektir. Değerlerimize bağlı olduğumuz ölçüde insanızdır. Ve insan olduğumuz sürece varlık iddiasında bulunabiliriz. Bu kitap tümüyle, insanlığın ve insan kalabilmenin zorlukları üzere kaleme alınmış öykülerden oluşmaktadır. Ve şu kesindir ki, kitabı okuduktan sonra her okuyucu “Acaba ben insan mıyım?” sorusunu kendisine yöneltecektir.
Yazarın yalın bir dili bulunmamakla birlikte çok güzel bir üslubu vardır. Zor bir anlatım tarzı kullandığı ve imgeleme, betimlemelere çokça yer verdiği için oldukça dikkatli okunması gereken bir kitap. Çünkü zaman zaman yazar, öyküden bağımsız içi dolu cümlelerde kullanıyor ve bu da kişinin en ufak bir uyarımda dikkatinin dağılmasına sebebiyet verebiliyor. Bu nedenle sakin, sessiz ve sadece vicdanla baş başa kalınarak okunmalı bu kitap.
Keyifli okumalar dileriz efendim…
Yoksa
Nermin Tenekeci
Okur kitaplığı
158 sayfa
http://www.kitaphaber.com.tr/yoksa-nermin-tenekeci-k681.html