Hür ve Göçebe Ümit Aktaş Biyografisi
Esma Güneş
28 Ağustos 1955’te (güneş Başak burcundayken) Erzincan’ın Refahiye ilçesine bağlı bir dağ köyü olan Pınaryolu’nda doğdu. Annesi Suna hanım; babası, köy enstitüsü mezunu bir ilkokul öğretmeni, Cemal Aktaş’tır. Beş kardeşin en büyüğü; Hülya, Cihan, Hamdi ve Aynur’un ağabeyi.
İlk çocukluk yılları, neredeyse bütün yıl kış mevsimini yaşayan, “dünyayla bağlantısı Philips marka pilli bir radyo”dan ibaret olan Pınaryolu’nda, merkez fikrinden uzak, kümes hayvanları, buzağısı ve köpeğiyle, annesinin masalları ve babasıyla civar köylere yaptıkları ziyaretlerle geçer. Doğduğu köyde okul olmadığı için, yedi kilometre mesafedeki Arpayazı köyünde o yıl inşa edilen ilkokula gider. Tek sınıflı bu ilköğretim okulundaki sıra arkadaşları arasında 16-17 yaşlarında çocuk sahibi insanlar da vardır. Babası okulda öğretmenidir.
Yalnız ve sessiz bir çocuktur. Dışarıdan görülebilen bir yalnızlığı vardır. Bu durum ileriki yıllarda edilgenlikten etkinliğe yani yalnızlıktan bağımsızlığa evrilecektir. Babasının zengin kütüphanesi ona, yalnızlığını anlamlı bir meşguliyetle değiştirme, daha doğrusu bunu bir imkana dönüştürme fırsatı sunar. Okuma serüveni böylece, oldukça erken bir yaşta başlar.
1965’te, yani on yaşındayken, tam anlamıyla Sünni bir Türk köyü olan Pınaryolu’ndan, gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadığı kasabaya, Refahiye’ye taşınırlar. Burada “Rumlardan kalan, ahşap, bahçeli, kışın içine kar yağan; elektriği, suyu, mutfağı ve banyosu olmayan, tuvaleti dışarıda bir evde” kirada otururlar.* Bir yıl sonra babası Refahiye’nin ilk kitabevini açar ve bugüne kadar Refahiye’de, Cemal beyden sonra ikinci bir kitabevi açan olmamıştır. Babası aynı yıl Türkiye Öğretmenler Sendikası’na girer. 12 Mart’ta bu nedenle yargılanır. Okumuş, geldiği ilk yıl bulunduğu yerin sınırlarına, şartlarına müdahale ederek oraya bir kitabevi açacak kadar “devrimci”, aynı zamanda son derece otoriter bir baba. Zamanla araları, babasının içki ve sigara içmesine, eve hep geç gelmesine karşı duyduğu öfke nedeniyle açılacaktır. İlkokula kasabada devam eder, babası hala öğretmenidir. Refahiye’ye alışmak köyde doğmuş bir çocuk, bir “dağlı” için kolay olmaz.
“Ne eşraf-bürokrat çocukları gibi seçkin ne de esnaf-köylü-işçi çocukları gibi kaba saba ve kavgacıydım. Hiçbir yere aittim. Köklerim, toprağım ve iklimim yoktu. Utangaç, çekingen bir çocuk için zor yıllardı. İlk kez gittiğim bir lokantada ne yiyeceğimi soran garsonun yüzüne utançtan kızararak bakmış ve bir türlü bir şey söyleyememiştim.”
İlkokulda gözleri bozuktur, uzağı iyi göremez. Kitabevine gelen bir hekim, gazeteyi gözlerine iyice yaklaştırarak okuduğunu görünce babasına, onu bir doktora götürmesini tavsiye eder. Erzincan’a, şehrin merkezine giderler fakat bir göz doktoru bulamazlar. Böylece Ümit Aktaş nihayet, ömründe ilk kez babasının her yaz gittiği fakat kendisine dair tek kelime etmediği İstanbul’a gelir. Deniz ve gece ışıklarından çok etkilenir. Artık her yaz göz muayenesi için İstanbul’a gelecektir. Gözlük kullanmaya başlar fakat okuma iştiyakına bağlı olarak, 5.5 ile başlayan gözlük numarası 9’a kadar çıkar. Yıllar sonra bir lazer operasyonu geçirerek kısa süreliğine kurtulursa da okur-yazarlığının nişanesi olan gözlükleri bugün de gözündedir.
Orta ikide Şeyheddin’le tanışır. Yaşça kendisinden büyük, şairliği de olan ve Refahiye’deki gençlerden ilgi ve dikkatleriyle ayrılan Şeyheddin’in birkaç öğrenciyle paylaştığı evi, edebi ve siyasi tartışmaların yapıldığı bir mahfil konumundadır o zaman. Aktaş bu eve sürekli gidip geldiğini, şiirin ilk tohumunun yüreğine o yıllarda atıldığını yazar.
Ortaokul son sınıfta yatılı okul sınavlarına girip kazanır, yıl 1970. Liseyi Erzincan Lisesi’nde yatılı olarak okur. Kaldığı pansiyonda Erzurum, Erzincan ve Sivaslı öğrenciler yoğunluktadır ve saflarını onların oluşturduğu Alevi-Sünni, sağ-sol kavgaları yaşanır. Farklı siyasi görüşleri, hizipleri tanır burada. Fakat kendisini hiçbir siyasi görüşe, gruba ait hissetmez. Ortaokulda futbol takımı kurar; lisede, 1972-73 yılları arasında lisanslı olarak voleybol oynar. Bir dönem yüzme ile de ilgilenir fakat görünen odur ki sadece topla oynanan sporlarda başarılıdır.
1972’de babası ikinci bir devrimci kararla tayinini İstanbul’a aldırır ve bir kamyonla yola çıkarlar. Üniversite sınavına girer, kazanır. Fakat okumak istediği sosyolojiyi değil, babasının istediği bölümü, elektrik mühendisliğini seçer. Daha sonraları yeniden sınava girip sosyoloji okumaya niyetlenirse de, kaderin bir cilvesi olarak tam da o ay bursunu alamaz ve sınav giriş ücretini ödeyemez. Bir iki-yıl kadar resimle ilgilenir, akademiye girmeyi düşünür, fakat hiyerarşi sevmez, otoriteye gelmez mizacının buna müsaade etmeyeceğinin farkındadır. Üniversitedeyken şiir yazmaya devam eder. Aslında şiirle, yazmak ve okumak şeklindeki mesaisi fasılasız devam etmiştir fakat şiirle görünmek, yazdıklarını yayımlamak konusunda pek heyecanlı değildir.
Hayatına yeni, yüreğini kandıracak bir yön tayin etme gayreti içindedir. İslam’a yönelir. İslam, hayatına yukarıdan bir göktaşı gibi düşmemiştir elbette, dedesi Kuran’ı öğrensin, namaz kılsın diye çok uğraşmıştır. Fakat önceleri İslam bir uğrak iken artık yoldur. Sakal bırakır, namaza başlar. Artık okumalarını belli meseleler, konular etrafında yapmaktadır, İslam tarihi bunlardan biridir.
Kendisi gibi İstanbul’da üniversite okuyan Şeyheddin’le yeniden biraraya gelirler. Şeyheddin ülkü ocaklarına gitmektedir, Aktaş ise Milli Türk Talebe Birliği’ne. Şeyheddin mistisizme, Aktaş ise aklın yol göstericiliği fikrine yakındır. Bu bakış açısı farkı bugün de süren dostlukları önünde hiçbir engel oluşturmaz. Dönemin popüler ideolojisi solculuk, arkadaşları da genellikle solculardır. Fakat karşıt olmaları gereken burjuvazinin, emperyalizmin bir parçası oldukları düşüncesiyle onlardan da uzak durur. Maltepe’deki MTTB’de tanıştığı yaşça kendisinden küçük ve bilgi birikimi az olan gençler, ondan kendilerine öncülük etmesini isterler. Aktaş da bu işi üstlenir ve Talebe Birliği’nden bir arkadaşıyla mahallelere tebliğlere çıkarlar. Önemli bir etki de uyandırmalarına rağmen, merkezden bağımsız oldukları için sahiplenilmezler.
İslam’a yönelmesiyle birlikte kendisine daha fazla güven duymaya, şiirini hızlandırmaya başlar. Şiirlerini, edebiyat profesörü amcası Şerif Aktaş’a gösterir. Kendisinden aldığı uzun, yönlendirici mektupların da etkisiyle bu şiirleri Mavera dergisine, Cahit Zarifoğlu’na gönderir. Yoksul bir çocuktur ve şiirlerini sıradan bir kalemle teksir kağıtlarına yazmaktadır. Ümit Aktaş, Zarifoğlu’nun mazrufa değil zarfa baktığını, kendisi de yoksul bir insan olmasına rağmen yoksulluğunu anlamadığını, bir burjuva refleksiyle hareket ederek şiirlerini dikkate almadığını söyler. Bir süre sonra “Hayvanat Bahçesine” isminde, Gülhane’de gördüğü hayvanların perişanlıklarından etkilenerek yazdığı bir şiirini Sezai Karakoç’a takdim eder. Fakat ondan da herhangi bir cevap alamaz. Derginin bir sonraki sayısında, başyazıda kendi şiirinin nesirleştirilmiş halinin yer aldığını gördüğünde ise şaşırır. Sonra bu şiirlerini Yeni Devir’e gönderir ve ilk şiiri 1979’da bu gazetenin arka sayfasında yayımlanır.
1978’de üniversiteden mezun olur. Birkaç ay çalıştığı şantiyeden hastalanarak ayrılır. Askerlik yoklamasında tüberküloz olduğu anlaşılır ve doktorlar hastanede tedavi edilmesi gerektiğini söyler. Validebağ Öğretmenler Hastanesi’ne yatar fakat tedavisi tamamlanana kadar kalamaz. Çünkü hastane sol bir örgütün hakimiyeti altındadır ve hasta kabul odasını bir örgüt odasına çevirmişlerdir. Sorguya çekerler Aktaş’ı. Hastaneden çıkarmak isterler. Bir hafta kadar inat edip dayanırsa da sonra ayrılmaya mecbur kalır.
1979. Afganistan’ın işgali. İran İslam Devrimi. Aktaş böylece yanıbaşındaki Şii dünyanın varlığına uyanır. Mezhep imamlarının yazdıklarını, mezhepler tarihini okur. İmamı Azam ve Maturidi’nin yaklaşımlarını insana özgürlük alanı açmaları ve akla verdikleri önem nedeniyle kendisine yakın bulur. Ali Şeriati, Mutahhari ve Muhammed Bakır Es Sadr’ı da devrimden sonra tanır.
Çalışmak, kendisini geçindirmek zorundadır. Deniz Nakliyat Şirketi’nin Avrupa’ya yük taşıyan gemilerinden birinde çalışmaya başlar. Yanında “bir torba ilaç ve kitap dolu bir bavulla” Avrupa’ya gemiyle ‘seyahat’. Yola çıkarken yanına aldığı kitaplar arasında Sorokin’in Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri de vardır. Bu kitap ona önemli toplumbilimcilerin, olan biteni dışarıdan izleyenlerin değil, eylemlerin içinde olan, maruz kalan çoğunlukla da yoksul insanların arasından çıktığını öğretir. “Böylece ötedenberi tepki duyduğum sükunetin asaleti felsefesine karşıt olarak çatışmacı ve eylemci felsefeye eğilimim daha da arttı. Bizzat masumiyet güzel, eldeğmemiş, saf ve temiz bir nitelik olabilirdi; ama dolayımsal olmadığı için öğretici ve evrimsel bir niteliği yoktu.” Üç yıla yakın bir süre gemilerde çalıştıktan sonra böbrek taşı düşürdüğü için Paris’ten kalkan bir uçakla İstanbul’a döner, yıl 1981.
Askerliğini 1982’de Suriye sınırında Kilis’te, bir jandarma karakolunda yapar. Cemil Meriç’i burada keşfeder. Askerliğini tamamladıktan sonra 1983’te ressam Hülya Yazıcı ile evlenir ve İstanbul’dan başka yerde yaşanılamayacağını söyleyen arkadaşlarına aldırmadan, “Rus halkçıları gibi”, Anadolu’ya, Elazığ’a gider. Bir yıl sonra Abdullah Fatih adında bir oğlu olur. 1987’de ikinci oğlu Muhammed Hüseyin, 1990’da da kızı sena doğar. Elazığ’da 5 yıl kalır, 1989’da İstanbul’a döner ve yöntem üzerine yaptığı okumalarının bir neticesi olan Toplumsal Hareketlerde Yöntem (Seçkin y.) kitabı yayımlanır. İstanbul’a dönünce Dergâh dergisi ve Mustafa Kutlu ile iletişimi başlar. Şiirlerini artık Dergâh’a göndermektedir. 1993-94 yılları arasında bir grup yazar arkadaşıyla birlikte Yeni Zemin dergisini çıkarır.
Yeni Devir, Dergâh ve Yeni Zemin dışında şiir, deneme, eleştiri ve araştırmalarını Aylık Dergi, Birikim, Bilgi ve Hikmet, Girişim, Kitap Dergisi, Yeni Yorum, Bu Meydan, Nehir, Değişim, Harman, Kaknüs dergi ve gazetelerinde yayımlar. İlk şiir kitabı Cennetten Düşüş (Beyan y.) 1998 tarihlidir. Şiir ve düşünce kitapları yanında Adem (Bakış y. 2000) ve Rüya (Okur Kitaplığı, 2010) adında iki de romanı var. Bunlar dışındaki eserleri sırasıyla şöyle; Anarşizm (Bengisu y. 1992), Tarihin Devrimci Yüzü ve İslami Devrim (Bengisu y. 1996), Düşünsel Yöntemler ve Toplumsal Hareketler (Bengisu y. 1996), İslami Hareketin Vasıfları (Bengisu y. 1996), İslami Hareket ve Yöntem (Bengisu y. 1996), Akıl, Aşk ve İslam (Birleşik y. 1997), Osmanlı Çağı ve Sonrası (Bakış y. 1998); kişisel okuma tarihini anlattığı Okuma Serüveni (Birleşik y. 1997) ve ikinci şiir kitabı Şehri Terketmeden Önce (Okur Kitaplığı, 2010).
İki yıl önce Denizcilik İşletmeleri’nden emekli oldu. Halihazırda Özgün Duruş gazetesinin genel yayın koordinatörü. Aynı zamanda üç aylık kültür ve siyaset dergisi Özgün Düşünce’yi çıkaranlar arasında. Şiir yazmaya ve düşünce üretmeye devam ediyor.
Fayrap, sayı 30, Ağustos 2010, s. 21-23