İnsanda Direnen Düşünce: Ümit Aktaş'ın Siyasi Yazıları

İnsanda Direnen Düşünce: Ümit Aktaş

Yunus Bilge Özdemir
 

 

İnsanın vicdan ve idrakini başa baş koşturan bir düşünür Ümit Aktaş. Fikriyatını sürekli toplumsal çözümler üretmeye yönelik anayollar üzerinden sürdürmüş olması, Batılı anlamıyla bireyi öne çıkarmasına engel teşkil ediyor gözükebilir. Daha açık bir ifadeyle topluma ağırlık veren bir düşünürün bireyi öne çıkarmasını tezat bulanlar olabilir. Bu yüzden tin ve bilinç değil zaten Aktaş’ın insanında öne çıkanlar. Bu türde bir ayrım biraz çapraşık gelebilir. Fakat Ümit Aktaş anlattıkları kadar reddettikleriyle, öne çıkardıkları kadar sırt çevirdikleriyle bir düşünce bütünü oluşturduğu için bu ayrım noktalarından söze başlamak gerekir doğru bir tahlil süzgecinden geçirebilmek için düşüncelerini.
Moderniteye karşı olmak, Batı karşıtı olmak, geleneğe yaslanmak, ümmetçilik ütopyaları ilh. gibi Türkiye’de İslama içkin düşünce üretenlerin gelebileceği kumpasların izlerine Ümit Aktaş’ta rastlanmaz. Tabii burada sıraladıklarımız, onları cephe gibi kullanan düşünürlerin arızî sinir uçlarına işaret etmek içindir. Batı karşıtı her ideolojiyi İslama yontmak gibi, ümmetçiliği fanatizm boyutunda ele alıp toplumu mezhebe dayalı ayrıştırmak gibi, gelenekten beslenen her akımı sorgusuz sahiplenmek gibi histerik yorumlara vardırmaz Aktaş düşüncelerini. Bu sayede fikir akımlarının da, toplumsal hareketlerin de üstüne –tabiri caizse- serserice gidebilmiştir. Düşünürün hurucunda belirleyici amiller ahlak ve hakikattir. Onlar da İslamî kural ve prensiplerle mükemmel haline getirilmiştir. Toplumsal hareketler ve ideolojilerin İslamî olanla yakınlık ve ayrım noktaları da burada başlar.
1989 basım tarihli ilk düşünce eseri olan Toplumsal Hareketlerde Yöntem, Aktaş’ın eleştirel bakışının temelini oluşturur. Yazarın bu kitapla bulguladığı hareket ayrımları düşüncesinde önemli yere sahiptir. Toplumsal hareketler, monist (tevhîdi) ve eklektik (çokçu-seçmeci) görüşler olmak üzere iki ana ayrıma tabi tutulur bu kitapta. Batı uygarlığının; pozitivizm, rasyonalizm, hümanizm, laisizm, liberalizm, emperyalizm, konformizm, demokrasi, nasyonalizm, Grek kültürü ve Hıristiyanlık inancını kendi bütünlüğü içinde benimsediğini bulgular Aktaş. Bu yapı eklektik bir bütünü oluştururken Marksizm ve İslamî dünya görüşü ise monist karakter gösterir. Aktaş’ın bu ayrımı yaparken nesnelliği elden kaçırmaması düşüncelerine hükm-i şahsiyet kazandırır. Ahlak ve hakikati düşünce ve davranış birliğinden ayrı tutmayan insanların dahil olabileceği bir şahsiyet dünyasına seslenir yazar. Bu yüzden, Batı uygarlığı tarafından sınırları çizilmiş herhangi bir ideolojiye yakınlık hisseden Müslüman bireyler tarafından -en hafif tabirle- göz ardı edilir Aktaş’ın bu ayrımdaki vetireleri. Fakat bireyi yetiştiren düşünürlerde sık rastlandığı üzere karşı tarafta olanları hedef göstermez yazar. Toplumu, sınırlarını çizdiği muhayyel bir alana da sürüklemez. Zaten tevhîdi görüşlerle ilgili vurguladığı somutluk ve bir bütünlük arz etmesi gibi özellikler ezoterizme kapı açmasına imkan bırakmaz.
Kütlelerle sıcak temas kurmaz Ümit Aktaş eserlerinde. Tespitlerini, dayanak noktalarını göstererek yapar ve nihai kararı okuyucuya bırakır. Bu açıdan, sıradan okuyucunun dahil olmakta zorlanacağı bir düşünce bütünü oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ama bu zorluk ne Cemil Meriç’teki gibi aşkın bir dile sahip olduğu için, ne de İsmet Özel’deki gibi gösterilen mevzide bulunma koşulunun sağlanması gerektiği içindir. Sade ve açık bir dile sahiptir. Fakat gerek İslamı tevarüs eden bir din ve değerler bütünü olarak tarif etmemesi, gerekse İslama değgin olmayan düşünce ve hareketleri tekfir eden bir tavır takınmaması Aktaş’ın siyaset üstü bir yerden söz aldığını gösterir. (Burada siyasetten kasıt toplumu politize etme güdüsüdür basit haliyle.) Bu yönüyle, muhafazakar İslamcılardan da radikallerden de ayrılır Ümit Aktaş. Düşünceleri belli yerlerde çakışıyor görünse de böyledir. Çünkü muhafazakarların es geçtiği İslamın kazanılan, hak edilen bir bütün oluşu ve radikallerin es geçtiği toplumun yaşadığı koşullar ile İslami devrim arasındaki bağ Aktaş’ın gündeminden hiç düşmeyen izleklerdendir.
1980’ler Türkiye’de İslami hareket için hararetli yöntem-metod tartışmalarıyla geçen bir dönemdir. İran İslam Devrimi’nin henüz gerçekleşmiş olması Türkiye’de bu tartışmaların fitilini ateşleyen etken olmakla birlikte kadük kalmasına da yol açmıştır. Çünkü cumhuriyet dönemi toplumcularının Kemalist devrimdeki ikameci anlayış histerisine 1980’lerin İslamcı geniş kütleleri de yakalanmıştır. İran’ı bu konuda rol model alarak. Bu histeriyi, devrim teorisini Marksizmden, pratiğe dökülmüş halini ise İran İslam devriminden almalarındaki çarpıklıkta görebiliriz. Marksizmin üst yapı kurumu olarak gördüğü din algısını bu yorumla sınırlamayıp toplumsal hareketin yürütücüsü, ideolojisi yerine koyabilmişlerdir dönemin İslamcı önderleri. Fakat İslamı ideoloji zeminine oturturken toplumdan uzaklaşmak, biçimsel metodları ön plana çıkarmak gibi Marksizmin zaaflarından kendilerini kurtarabildikleri söylenemez. Bir de tabii İran’ın toplumsal ayrım noktalarını ve siyasi tarihini göz ardı ederek yöntem kopyalamaları dönemin İslami hareket anlayışını gerçeklik zemininden uzaklaştırmıştır.
Toplumsal Hareketlerde Yöntem kitabı Ümit Aktaş’ın temel eseri denebilecek hacim ve dağarcığa sahipse de İran devrimiyle ilgili eleştirileri dar bir içerikle sınırlıdır. Bu sınırlılıkta radikal İslamcıların eleştiri kanonuna hakimiyeti kadar, toplumun kendine özgü tutumu da rol oynamıştır. Milliyetçi ve muhafazakar bir topluma seslendiğinin bilincinde olan yazar eleştirilerini de bu kanonlara karşı yürütür. Bu eleştirellik, takip eden dönemlerdeki yeni eserlerinde yerli bakışın etkisini artırarak devam etmiştir.
Ümit Aktaş düşüncesinin belirleyici vasıfları 1990’larla birlikte belirginleşir. İlk düşünce eserinin takipçileri ve içeriklerin yeniden ele alındığı eserler olan Tarihin Devrimci Yüzü ve İslami Devrim (1996), Düşünsel Yöntemler ve Toplumsal Hareketler (1996), İslami Hareketin Vasıfları (1996), İslami Hareket ve Yöntem (1996) ve İnsan ve İslam (2010) kitapları Toplumsal Hareketlerde Yöntem kitabının parçalara ayrılmış hali gibidir. Bu kitaplar güncellenmiş yazılar olmakla birlikte entelektüel dili ve karşılaştırmalı örnekleri ile daha zihin açıcı bir yapıdadır öncülüne göre.
Tarihin Devrimci Yüzü ve İslami Devrim’de Ümit Aktaş İslami Devrimin fıtrata dayalı olabileceğini söyler. Bu fıtrat insanda var olan iyiye ve doğruya yürüme, onun için mücadele etme ihtiyacı, iştiyakı yahut bütün haliyle ahlak anlayışıdır. Batının “püriten ahlak” kalıbıyla sınırladığı bu değerler Müslümanlar için “ilahi fıtrat” olarak tarif edilmiştir. Yazarın belirleyiciliği de bu yorumla birlikte devreye girer. İslami devrimin sınıflara dayalı değil fıtrata dayalı bir devrim olduğunu bulgular Aktaş. Çerçevesini çizdiği insan-fıtrat-İslam arasındaki ilişkiler ahlak ve hakikat ile bağını kuvvetlendirebilir. Ümit Aktaş’ın insanda öne çıkardığı vicdan ve idrak ise bu bağı kuvvetlendirecek olan amillerdir. Bireyci düşünceyle yakınlığı da burada başlar yazarın.
Müslümanlığı miras kalan ya da sahip olunan bir kimlik olarak değil, kazanılan bir değerler bütünü olarak tarif eder Aktaş. Yani insan için bir kurtuluş reçetesi olmaktan ziyade ahlak ve hakikat için mücadele edenlerin varacağı tabii sonuç olmasını öne çıkarır. Bu ayrım Müslüman halkın geleneğinde yatan hakim anlayıştır. İyiliği, doğruluğu, ahlakı, hakikatli olmayı ilh. “Müslüman olmak”ta birleştiren halkın anlayışı. “Sen nasıl Müslümansın?”, “Müslüman değil misin?” gibi toplumsal hafızamıza yerleşmiş sorgulamalar bu anlayışın bir yansımasıdır. Ayrımlarla gözetilmek istenen Müslüman bireye biçmeye çalıştığı toplumsal roldür. Bu rolde en büyük pay direniştir pek tabii. Direniş, insanın nefsiyle mücadelesinden, her alandaki İslami mücadeleye dek uzanan geniş bir yapıdadır. Hz. Muhammed’in verdiği kavgayı şöyle tarif eder Aktaş: “…Devrimcilik ile geleneği, tevazu ile yiğitliği, aşk ile kavgayı, dünya ile ahireti, kılıç ile ibadeti, farklı toplumlar ve sınıflardan gelen insanları ortak bir ideal çevresinde birleştirerek dünyanın en muhteşem inkılaplarından birini ortaya çıkarmıştır.”[i] Bu bakış açısı İslami devrim için belirleyici nitelikler taşır. Sözgelimi Türkiye’deki İslami hareketin gelenek ve tarih ile arasına koyduğu mesafeyi devrimin önünde bir tehlike olarak görür Aktaş Muhammedî devrimden hareketle. Yine İslami hareketin Marksizme yakınlığı tehlikesine de “araçsal devrim değil inançsal devrim” diyerek işaret etmiştir.
Düşünsel Yöntemler ve Toplumsal Hareketler’de tümevarımcı karşılaştırmaları öne çıkar Aktaş’ın. Mussolini ve Hitler ile Nemrut ve Firavun arasındaki ırka dayalı tahakkümün benzerliğine yaptığı vurgu bu bakımdan zihin açıcıdır. Akademik disipline tabi düşünürlerin kaçırdığı bu benzerliği yazar bu disiplini reddederek keşfeder. “Tüm insani duygular ve merhametin hiçe sayıldığı bu nazariyenin oluşturduğu hareket biçimlerinin, Allah’a tapıcılık yerine insana ya da ırka tapıcılık kültünü çağdaş bir hareket terminolojisine dönüştürmekten başka bir teorik temel oluşturmaları mümkün olmamıştır.”[ii] Düşünürün milliyetçilikle ilgili getirdiği bu eleştirel bakışın etkilerini Batıya ait diğer hareketlerde de görebiliriz. Aktaş’ın farkı, eleştirisini hareketlerin sonuçları üzerinden değil, ortaya çıkış sebepleri üzerinden götürmesinde ortaya çıkar. İslamî olmayan bütün toplumsal hareketlerin, topluma aidiyet hissini aşılatmak için bir tapınma, aşırı bağlanma kültü yarattığına vurgu yapar yazar. Fakat bu hareketler “araçsal devrim” olduğu için etki alanı büyüyene kadar kullanılan dini motifler belli bir yerden sonra yerini devrimi yapanların güç istencine bırakır. Başarısızlıkları, akim kalmaları da bu sebeptendir. Bu düşünce zemini Türk düşüncesinde de pek dillendirilmemiş yenilikçi bir yerdedir. Kemalist Devrimin, Fransız Devriminin kötü bir kopyası olduğu sık dillendirilmiş olsa da devrime öncülük eden kanaat önderlerinin hangi düşünürlerden beslendikleri genelde çarpıtılmış, eksik yorumlanmıştır mesela. Bu eksikliğin bir yönünü Ziya Gökalp ve Durkheim benzerliğine yaptığı vurgu üzerinden giderir Aktaş. Durkheim’ın, dini toplumun bir alt şubesi olarak gören anlayışı, Gökalp’in toplumunda kadük kalmıştır. Milliyetçilerin muhafazakar sinir uçları yüzünden. Bu sebeple Durkheim’dan tevarüs edilen Gökalp fikriyatı Kemalist devrimin dikiş tutmayan yaması gibidir. Sürekli saklanmaya çalışılan. Aktaş bu yırtığı gösteriyor yeniden.
Ümit Aktaş’ın son düşünce kitabı İnsan ve İslam, verdiği mücadelenin yenilenmiş, revize edilmiş versiyonu halindedir. Kelime ve kavramların anlamlarını sürekli yeni dönemde karşıladıkları alana uyarlamaya çalışır yazar. Bu ihtiyaç ise kelimelerin-dilin katılığının, değişmemesinin; iktidarın, kurumsal yapının işine gelmesinden kaynaklanmaktadır. Dildeki değişim talebine karşı muhafazacı bir anlayış geliştiren kurumsal yapının, toplumun yaşam alanını daralttığını öne sürer Aktaş. Yazarın düşünce savaşını da bu değişimlerin nabzını tutmak belirlemiştir.
Yazı hayatının başından bu yana dergilerde de sıkça bulunan, tartışmalara katılan bir yazar Ümit Aktaş. Bu sayede toplumsal değişimin düşüncesine yansımalarını daha çabuk aktarabilme imkanına kavuşur. Son dönemlerde İslamcı kütlelerin demokrasi ve özgürlük ortak paydası (!) üzerinden sistemle temasına, geçişmesine karşı yer yer sert uyarılarda bulunan Aktaş, “özgürlüğün -Batılı varoluşçu tanımlarıyla değil,- zulme karşı verilen mücahede ile mümkün[iii] olabileceğine” vurgu yapar. Fakat günümüzde bu ayrım, ahlak ve hakikati çıkar ve konjonktüre tercih edenler tarafından göz ardı ediliyor. Yani bir anlamda dini motifleri kullanarak iktidara gelen Batılı toplumsal hareketlerin güç istenci bugün Türkiye’deki iktidara projekte edilmiş durumda. Bu çapraşık ilişkilerin varlığı dahi Ümit Aktaş düşüncesine duyulan ihtiyacı tek başına ortaya koymaya yeter. Öyleyse okuyucuya düşen de Aktaş’ın “insan”ını takip etmektir.
 
Fayrap, sayı 30, Ağustos 2010, s. 30-32
 
[i]               Ümit Aktaş, Tarihin Devrimci Yüzü ve İslami Devrim, Bengisu y. 1996, s. 51
[ii]              --, Düşünsel Yöntemler ve Toplumsal Hareketler, Bengisu y. 1996, s. 12
[iii]             Ümit Aktaş, "Söze hangi ‘insan’dan başlamak”, Birikim, Haziran 2010.