Kimse üstüne alınmasın. Bu, benim masalım
1 Nisan 2012
ESRA ÖZDEMİR DEMİRCİ
Dördüncü Tekil Şahıs, Güray Süngü’nün ilk romanı. 2006 yılında Birharf Yayınları’ndan çıkan kitap, Şubat 2012′de Okur Kitaplığı tarafından yeniden yayınlandı.
Kitap için değinilmesi gereken en önemli unsur, yazarın 22 yaşında yazdığı ilk romanı olması. Okudukça derinliğine nüfuz edilen anlatı ve kurgu başarısı, bu anlamda şaşırtıcı bir üstünlük sergilemektedir.
Dördüncü Tekil Şahıs, anlatıcısı ve baş kahramanı olan Mustafa Nihat’ın, iç hesaplaşmalarının yansımalarıyla başlıyor. Bu hesaplaşmaların çoğunlukla öfkeyle, bazen de bunun önüne geçilebilmiş bir dinginlikle dışa vurumuna şahit oluruz. İçinden çıkılamazmış gibi sunulan bu ruhsal geçişler arasında öne çıkan özgüven duygusu, Mustafa Nihat’ın karakterine dair öğreneceğimiz ilk şey olacaktır:
“Kimse üstüne alınmasın. Bu, benim masalım.” (s. 15)
Başlarda karakteristik bir özellikmiş gibi sunulan bu duygunun, kahramanı tanımaya başladıkça âdeta onunla bütünleştiğini görürüz. Mustafa Nihat, zaman zaman sessiz, kendi içine gömülü yaşayan bir genç, zaman zaman da akıllanmaz bir delidir. Ruh hali nasıl olursa olsun, özgüven duygusu hep aynı canlılığıyla oradadır. Ve bu durum, hayata karşı duruşunu belirleyici bir unsur olarak aktarılır.
Bu duygunun beraberinde getirdiği her şeyin farkındadır. Önce ailesi, sonra arkadaşları ve en nihayetinde sevgilisi ile arasına buzdan bir duvar ören bu içe kaçış halleri, anlatı içerisinde bir çok yerde, kahramanın kendine dair itirafları olarak karşımıza çıkmaktadır:
“Üşüdüm, ne sıcak bir bakış, bana soğukluğumu hatırlattı. Ne yapayım, ben böyleyim.” (syf. 35)
Genel itibariyle iç monolog anlatımla kurgulanan romanda öne çıkan bir diğer belirleyici unsur, yazarın anlatıyı ironik bir dille şekillendirmesidir. Öyle ki bu üslup, çoğunlukla hayatla girişilen hesaplaşmanın yumuşatılmasına sebep olur. Kendisiyle dalga geçmeyi başaran karakter için artık, hayatla ve insanlarla dalga geçebilmek zor değil, kaçınılmazdır.
“Ona baktım. “Ahmet Bey diye biri yok mu bu odada?” dedim. Şaşırmıştı. Diğerleri de aynı durumda. Başını iki yana salladı. “Yok efendim. Ahmet isminde bir çalışanımız yok,” dedi. Arkama yaslandım. Bütün ciddiyetimle onlara bakıp, yüksek sesle; “En kısa zamanda Ahmet isimli bir eleman alınsın!” dedim. Odanın gerginliği bir kat daha arttı. Kimse gülmeyi akıl edemiyordu.” (syf. 105)
Yaşamla ölüm arasına gerili ince çizgide yürümeye çalışan karakter için yaşam, sorgulanmadan geçilemeyecek kadar derin anlamlar ifade etmektedir. Anlatı içerisinde kurgulanan intihar girişimi ile zihindeki ölüme vurgu yapılmaktadır. Zihinde gerçekleşen ölüm, fiilde gerçekleşmekte olan hayatla kıyaslanır. Bu kıyaslamalarda galip gelen taraf, kaçınılmaz son olan ölüm gerçeğidir. Ve bu ayrıntı, kitabın sonuna kadar okurun zihninde kalmayı başarıp, sona yaklaştıkça artacak merakı tetikleyecektir.
Güray Süngü’nün, ortaya çıkardığı karakteri özümseme ve okuyucuya aktarma noktasındaki başarısını da görmezden gelemeyiz. Öne çıkan Mustafa Nihat karakteri ile birlikte anlatılan tüm kahramanların, kurgu bütünlüğünde kendilerine biçilen role olan mesafeleri başarıyla çizilmiştir.
Kitap boyunca hayatın anlamını irdeleyen kahramanın, kendini tanıma yolunda kendiyle yabancılaşması ve bunun getirisi olan yalnızlık duygusu da anlatıda yerini alır. Anne-babanın ayrılığı ile küçük yaşlarda başlayan bu yalnızlık, ergenlik döneminin sıkıntılı sürecinde daha belirgin bir şekilde öne çıkmaktadır. Bu ruh hali, Mustafa Nihat’ın kendisine bir hayalî arkadaş bulmasına sebep olur. Bu hayalî karakterde kendi yansımasını bulur veya zamanla bu hayale kendinden bir şeyler ekler. Böylelikle ‘Hüseyin ağabey’ adını verdiği karakter, kahramanın iç dünyasında vazgeçilmesi zor bir kimliğe bürünür.
Yine Deniz karakteri de, tüm gerçekliğiyle anlatı içerisinde şekillenir. Deniz’in görme engelli oluşuna karşın hayata tutunmadaki başarısı, Mustafa Nihat’ı etkisi altısına alır. Bununla birlikte öne çıkan özgüven duygusu da yakınlaştırıcı başka bir sebeptir. Deniz, görmediği halde sinemaya gitmeyi isteyecek kadar farklıdır. Görmediği çamura elleriyle şekil verişinde, yaşamakta olduğunu kabulleniş ile birlikte inceden bir başkaldırı da bulunmaktadır. Tüm bu ruh halleri, gün geçtikçe birbirlerine yakınlaşmalarına sebep olur.
Kitap boyunca devam eden sorgunun, bu beraberlikte farklı bir boyuta geçtiğini görürüz. İç hesaplaşmanın tam anlamıyla şekil değiştirişini…
“Üst baş düzeltmek; kör bir kadınla buluşmaya giderken yapılacak en gereksiz hazırlık nedir?” (syf. 93)
“Gördün mü Deniz, küçük çocuk ne yaptı? Göremedin. Aslında hiçbir şey yapmadı ama yine de göremedin. Neden dersin. Sana sunulanların yetersizliğinden mi? Ama şunu da düşün, hiçbir şey yapılmadığını görmek lütuf mu, ceza mı?” (syf. 120)
Kitabın bütününde kahramanın karşılaşacağı kişiler ve yaşayacaklarının tümü, karmaşık ruh halleri ile birlikte kurgulanmaktadır. Gelecek, geçmişin gölgesinde, çoğu kez hayal kırıklıkları ile birlikte adımlanacak ve beklenen sona bu adımlar eşliğinde varılacaktır.
Güray Süngü’nün kendine has üslubunu çerçeveleyen kurgu bütünlüğü, Dördüncü Tekil Şahıs’ta olanca açıklığıyla ortaya konmaktadır. Dilin ön planda oluşu ve varlığını kanıksarcasına özgünleştirilişi, bu başarılı romanı okumak için tek başına bir sebep sayılabilir diye düşünüyorum.
http://www.edebistan.com/index.php/esraozdemirdemirci/dorduncu-tekil-sahis/2012/04