Kitap sevmeyen öğretmenler var ne yazık ki!
O da kapağı İstanbul'a atan yazarlarımızdan. Öykücü Yılmaz Yılmaz ile kitapları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
26 Haziran 2012 Salı
Söyleşi: İsmail Demirel
Dünyabizim’de de yazılarına rastladığımız öykücü Yılmaz Yılmaz ile kitapları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
İlk kitap, Salik Yola Düşünce. İkincisi Sabahleyin Bir Tantana. Evet, büyükler derler ki, salik bir hal üzere kalmaz, sürekli halden hale geçer. Şimdi salik yola düştü ve seherden sonraki ilk vakitte bir tantanayla karşılaştı. Sonra neler olacak acaba?
Sonrasını merak ediyoruz. Bahtımızda hangi duraklar varsa oralarda duracağız, şöyle bir soluk alacağız, gölgeleneceğiz. Hamlıktan olmaya, pişmeye sürgit bir çabanın içinde olmaya çalışıyoruz. Sonrası yine yol ve yolculuk… Sayılı nefesler bitene değin…
Üç senede iki kitap. Ve aynı yayınevi. Kitap bastırmak için zorlanmıyorsunuz diyebilir miyiz?
Kitap bastırmak bizim gibi yolun başındaki yazarlar için her zaman zor olmuştur. Ben her iki kitabın da basımında böylesi bir suhuletin olmasını yayınevinin güvenine, özelde Ünsal Ünlü’nün güvenine bağlıyorum. Demek ki Yılmaz Yılmaz öyküsünden mutmain… Ne kadar teşekkür etsem azdır. Hâkeza; kitabın editörü Güray Süngü Bey’in de yardımlarının olması, dosyayı okuması ve fikir vermesi… Az şey değil bunlar.
Kitaplarınızın adları gerçekten güzel. Siz kitaplarınızın adını bir öykünüzden alıyorsunuz. Neden böyle ve neden o öykü?
Aslında kitap isimleri için çok düşünüyorum. Hatta bazen bir öykü bittiğinde, o öykü adının, nasip olur da bir kitap daha yayınlama imkânı olursa, bir kitap ismi olmasını diliyorum. Yazılan her öykü biraz da isminin gölgesinde demleniyor. Eğer kabalık saymazsanız, yaklaşık altı yedi ay önce yazdığım bir öykünün ilerde çıkması muhtemel bir öykü kitabına ad olacağını söylemiş olayım. Kitap isimleri benim içime siniyor, ayrıca sizin de beğenmiş olmanıza sevindim. Kimi dostlar kitap isimleri ile ofsayta düştüğümü de söyledi. Ne bileyim; bana güzel geldi, öyle kondu. Adını ben koydum, yaşını Allah versin, diye dualamış olayım müsaadenizle.
Öykü, kendimi yakın hissettiğim tür olarak hep en önde gelen oldu. Bir gün öykü yazacağımı dahi kestirememişken kitaplığıma dönüp baktığımda öykü kitaplarının hayli yer tuttuğunu gördüm. Mustafa Kutlu, Rasim Özdenören, Hüseyin Su, Ömer Lekesiz, Cemal Şakar, Ali Haydar Haksal, Kâmil Yeşil, Abdullah Harmancı, Ayfer Tunç, Füruzan, Cihan Aktaş, Feyyaz Kayacan, Oğuz Atay, Hulki Aktunç, Adnan Özyalçıner, Recep Şükrü Güngör gibi isimler bana okumayı, edebiyatı sevdirdi. Onların öykücü kimliğini haiz olması beni o kanala sevk etti sanırım. Böyle…
Öğretmensiniz. Edebiyat dünyasında öğretmen şair ve öykücülerin epeyce olduğunu görüyoruz. Bu ilişkiyi nasıl yorumlayabiliriz? Öğretmenliğin size kazandırdığı özellikler nelerdir?
Okumanın yazmanın içinde olduğumuz için sanırım. Ben, âcizane, kendimi okumakla sorumlu hissettim her zaman. Öğrencilerime oku derken, kitabın öneminden dem vururken okumamam yakışık almazdı sanırım. Gerçi lise sonlardan bu güne değin hep bir okuma iştiyakı vardı içimde. Kitapların ışıltılı dünyası beni Türkçe öğretmeni olmaya götürdü diyebilirim rahatlıkla.
Ve bazen… Aynı mesleği paylaştığımız dostların okumaya o kadar uzak olduklarını görmek beni üzüyor ama elden başka da bir şey gelmiyor. Herkesin kafası başka şeylerle o kadar meşgul ki kitaba zaman ayırmaya, hele hele para ayırmaya hiç mi hiç fırsat gelmiyormuş.
Ankara merkezli dergilerde yazıyorsunuz. Edebiyat Ortamı ve Hece Öykü’de. Çorum’da öğretmenlik yapıyorsunuz. İstanbul, hayatınızın neresinde duruyor?
Bütün nehirler denize doğru akar. O ummana dökülmek kastıyla çağıldar. Çorum’da nefes alıyoruz, Ankara’da soluklanıyoruz. İstanbul, kültürel hayatın da başkenti… Taşra, her ne kadar güzel insanların -yılgınlığa düşmeden- çabalarıyla ayakta kalmaya kalsa da daha dar bir alanda paslaşıyorsunuz; verimlerinizi paylaşma alanı bulmakta, bir kitap üzerine iki kelam etmekte zorluklar yaşıyorsunuz. Taşranın başka bir güzelliği vardır, merkezin bambaşka…
Bu bağlamda şunu da söylemek isterim. Yakın zamana kadar Çorum’da mukim idim; ancak artık bizim için İstanbul yolları göründü. İstanbul’un suyundan içmek, havasından almak bize de nasip olacakmış meğer ki. Ayrı bir heyecan, ayrı bir sevinç içindeyiz. Korku da var tabii… Bu koca şehir bizi yutar mı, tutunabilir miyiz? Ümit ve korku bir arada… İnşallah güzel olur, ne diyeyim…
Bir okur olarak ikinci kitabınızın ilkine göre daha olgun olduğunu söyleyebilirim. Bu iş biraz da -anlaşılan o ki- emek ve gayret işi. Nasıl yazıyorsunuz bir öyküyü? Öykü sizde nasıl varlık kazanıyor, öykünün sizdeki macerası nedir?
Belli bir birikime, dolgunluğa, doygunluğa erişmeden yazılamayacağına inanıyorum. Sürekli temrinler yapmaya, öyküyle yaşamaya çalışıyorum. O zaman iyi öyküler çıkacağına inanıyorum. Hani bir Allah dostunun ifadesiydi sanırım; “insan yediklerinden teşekkül etmiştir” diye. Sürekli hayvanî gıdalarla, etle beslenen insanların bir vakit sonra bazı melekelerinin dumura uğrayacağını ifade etmişler. Onun gibi… Öykü yazacaksam ilk ve öncelikli işim öykü okumak, öykü üzerine düşünmektir. Gerçi sadece öykü okumak da bizi beslemiyor. Deneme, şiir, tarih, estetik… Farklı okuma ilgilerim var, ilgimi çeken konuları okumayı seviyorum; ama mihver hep öykü!
Okuduğum öykü kitapları çoğunlukla bende yeni bir öykü yazma hissi uyandırır. Bu noktaya gelmişse iş, oturur yazarım. Sonra öykümü bekletmeyi, bazı etkilerden uzak bir daha okumayı denerim. Fazlalıklardan arındırmaya çalışırım. Hiçbir öykü ilk yazıldığı şekilde kalmamıştır. Hemen her okumada, fark ettiğim bir noktayı düzeltmeye veyahut değiştirmeye meylederim. Onun için tashihleri bitirdikten sonra, dönüp bir daha okumamaya çalışırım. Öykü değişip duruyor yoksa… Tabii her halimiz bir değil, bazen yazdığım gibi bıraktığım, sadece birkaç tashih yapıp yayınladığım öyküler de oluyor.
Şimdilerde bir öykü yazmışsam, onu en az bir iki ay bekletiyorum. Mesela şu an yazdığım bir öykünün tashihleri bitti. Öykü yaklaşık bir ay kadar önce yazılmıştı. Artık yayına hazır hale geldi diye düşünüyorum. Bir de beğenisine, okumalarına güvendiğim birkaç kişinin görüşünü alırım. Öykü ondan sonra yayına hazırdır.
İkinci kitaptan sonra artık kendi üslubunuzu belirginleştirme vakti gelmiş demektir bence. İlk kitap varlık mücadelesidir, kendini piyasaya kabul ettirme çabası. İkinci kitap, yaptıklarınızın bir eğlenme, vakit geçirme aracı olmadığını ilan etme eylemidir. Bu işi ciddiye aldığınızı gösterir. Üçüncü kitap ise, üslubunuzun özelliklerini belirgin olarak ortaya koyma çabanızın ürünüdür. Bu elbette herkeste ve her zaman bu sırayı takip etmeyebilir ancak benim kafamdaki şablon böyle. Ne dersiniz, sizin için durum nasıl? Üçüncü kitapta neler bekliyor okuyucuyu?
Güzel bir noktaya değindiniz. İlk kitaptan sonra, ikinci kitap için öykü seçme noktasında –hatta öyküleri sıralama noktasında dahi- güçlükler yaşadım. Kararsız kaldığım anlar oldu. Neden? Çünkü bir önceki eseri aşmasını yahut en az onun kadar iyi bir eser olmasını istiyorsunuz. Çıtayı belli bir noktaya koyduğuna inanıyorsanız artık daha hassas davranmanız gerekiyor.
Burada haklı olarak şöyle bir eleştiri söz konusu edilebilir: Belli kaygılarla ortaya konan bir eser yazarını sınırlayabilir, onun elini zayıflatabilir, hissizleştirebilir. Kısmen bu tür şeyler gerçekleşiyor; ancak bunların olması da gerekir diye düşünüyorum. Gök kubbeye bir ses bırakmak istiyor isek bu sesin en güzeli olmasına gayret etmekten daha tabii ne olabilir ki?
Tabii şöyle bir korku da yaşamıyor değilim: Her eserde daha iyiyi, daha güzeli ortaya koyma niyetini taşıyoruz; ancak buna karar verecek de okur ve eleştirmendir, nihayetinde. Bize iyi görünen eser nitelikli okur nezdinde kabul görmeyebilir. Biz nitelikli okuru önemsiyoruz, her okuru değil.
Üçüncü kitap için çalışmalara başlamış durumdayız. Birinci kitap yayınlandığında Yozgat’ın Çekerek ilçesinde öğretmen idim, yıl 2010’du. Çekerek’in bir meyvesi oldu Sâlik Yola Düşünce. İkinci kitap Çorum’da öğretmen iken 2012 Mart’ında yayınlandı. Üçüncü kitap inşallah İstanbul’un meyvesi olarak çıkar. Kitap için öyküler hazır. Birkaç öykü çıkar, birkaç öykü girer bu kitaba sanırım. Biraz önce de ifade etmeye çalıştığım gibi önce kitabın ismi doğuyor, sonra kitap… Bu babda üçüncü kitabın ismini de fısıldamak isterim: Meleğin Gittiği Gün.
Teşekkür eder, salike hayırlı yolculuklar dilerim.
Ben teşekkür ederim efendim.
http://www.dunyabizim.com/manset/10243/kitap-sevmeyen-ogretmenler-var-ne-yazik-ki.html