Murat Soyak
Metin Önal Mengüşoğlu, yazdığı eserler ile son devir edebiyat ve düşünce tarihimizde öncü bir şahsiyettir. Hakikat odaklı eylem bilinciyle yaşamak ve yazmak davasındadır.
İnsana, hayata ve hakikate dair söyleyecekleri vardır. Daima taze, içten bir anlatımı tercih eder. Yürek diliyle konuşur. Sanki dertleşir gibidir. Yarasını gösterir. Bu durum aslında hepimizin de ortak yarasıdır. Zira modern zamanlarda yaşayanlara dair müşterek kederler, sorunlar anlatılır. Çözüm önerileri sunulur. Metin Önal Mengüşoğlu öncü bir şahsiyettir demiştik. Evet, Mehmet Âkif’in bir takipçisi olarak hayat umurundadır. Ümmetin derdiyle dertlenmiş bir yürektir o. Cevat Akkanat, bir yazısında Metin Önal Mengüşoğlu’nun sanat telakkisi ve edipliği hakkında şu tespitlerde bulunur: “Sanat ve edebiyatı hevese bağlı bir fiyaka aracına nispet kılan olumsuz anlayışların zıddına, ince bir zekâ, estetik bir yoğunluk ve haysiyetli bir duruştur onun telakkisi… Mengüşoğlu’nu tek başına şair, yazar veya edîb olarak göremeyiz; diğer bir ifadeyle, onu salt şiirci, hikâyeci, denemeci olarak adlandırmamız mümkün değildir. Böylesi bir yaklaşım onun ‘sanat’, ‘amel’ ve ‘fiil’lerinden haberdar olmamak anlamına gelir. Hâlbuki Mengüşoğlu, Müslüman olarak bir sanatçının, bilinçli ve basiretli bir âbid olmasını mecburiyet sayar.”
Metin Önal Mengüşoğlu, yazmaya ortaokul yıllarında başlar. Dönemin edebiyat, sanat ve düşünce dergilerinde şiir, hikâye ve denemeleri yayımlanır. O yıllarda dergi yayımlama denemesi de olur. İslâmî düşünce, eserlerinin temelini oluşturur. Yazdıklarıyla yaşanan durumu adeta resmeder ve çözümde görev alır. Yani yazıp da geri çekilmez. Kelime Dergisi Yayınlarının kuruluşunu gerçekleştirir. Sanatın bir misyon yüklenmesi gereğini her vakit savunur. Şiir ve hikâyelerinde bunu kanıtlamaya çalışır. Edebiyatın birçok alanında eserler vermiştir. Şiirlerinde geleneğin izleri görülür ve modern şiirin kazanımlarıyla yeni bir bütünlüğe ulaşır. Özgün bir edası ve söyleyiş tarzı vardır. Şiirlerinde türkülerin etkisi belirgindir. “Türkü tadında şiirler yazmaya çalıştım” der. Değişerek devam eden bir şiir geleneğinin çağımızdaki yetkin ürünlerini verir. Hikâyelerinde ve romanında Anadolu şehir hayatı değişim süreci, insanlık halleri ve gerçeği arayış odağında anlatılır. Denemeleri ise sorunlar üzerine düşünme, tartışma ve yol gösterme temelinde yazılmıştır. Yazdığı eserlerle kendine özgü bir düşünce ve sanat iklimi oluşturmuştur.
Edebiyat, sanat ve düşünce cephesi
Metin Önal Mengüşoğlu, ‘sanat sanat içindir’ anlayışına karşı çıkar. Sanatın bir misyonu olması gerektiğini belirtir. Sanatçı neticede bir tercih yapacaktır. Erdem ve hakikat tarafındadır Mengüşoğlu. “Ancak erdem, dürüstlük, iyilik ve güzellik saçan bir sanat imtiyaza hak kazanabilir.” (Vahiy ve Sanat, s.86)
Bencil şiirlere, bencil öykülere karşıdır. Hayata ve insana dokunan, ötekini görebilen eserleri tercih eder. Sanat ile elde edilecek bir iyilik, güzellik olmalıdır. Yoksa aydınlığa nasıl çıkılacaktır? Sanat kelimelerle yap-boz oynamanın, oyalanmanın aracı olmamalı. Şuara suresinde “Görmez misin onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını söyleye geldiklerini?” ikazını hatırlamak gerek. İşte bu noktada sorgulama başlar: “Sanat sanat içindir” demek ne demektir? En azından Müslüman kimliğimize ve kişiliğimize soralım; yeryüzünde en büyük erdem, iyilik ve güzellik nedir? Ve sanat en büyük erdem, iyilik ve güzelliğin peşinde midir, değil midir? Erdem ve iyiliğe aldırmayan bir meşguliyetin sanat kimliği taşımasına kimler tahammül edebilirler? (Vahiy ve Sanat, s.80)
Hayata her dem yeniden doğmak sahih bir sanat ile sağlanabilir. Yılgınlığı, sıradanlığı, boşvermişliği sanatın gücü ile aşabiliriz. Sanatçının tesiri alışkanlıkları aşıp yeni bir söyleyiş, yeni bir yorum getirebilmesinde saklıdır. “Sanat, insanı alışkanlıklardan kurtaran, insanda hal ve yol değişimi sağlayan, aptallaşmaların önündeki en büyük engeldir. Çünkü sanatın taklide tahammülü yoktur.” ( Vahiy ve Sanat, s.145)
Alışkanlıklar karşısında bileylenmiş bir bilinç. Daima teyakkuz halinde. “Hayatındaki alışkanlıkları azaltarak, bilinç durumlarını çoğaltmalısın.” (Öptüm Kara Gözlerinden)
Yazmak, hikmet arayışını sürdürmektir. Uzakları yakın eylemek için yazmak. Sanatçı, sadece eser verip de sırça köşke yahut köşesine çekilmemeli. Sanatçıyı bekleyen bir görev de sanatı üzerinde düşünmesidir. Bu tavır, bir sorgulama biçimidir. Sanatçı verdiği eseri gözden geçirip noksanları tespit etmesi gerekir. Bu noktada ‘hikmetin hamalları’ tabiri üzerinde önemle durmak gerekiyor. “Has sanatkârlar, sanatları üzerinde titizlikle düşünen insanlardır. Hikmetin hamallarıdır onlar bir bakıma.” (Vahiy ve Sanat, s.160)
Sorumlu aydını, tavır sahibi aydını tercih eder. Kötülük odaklarına karşı aydının söyleyecek sözü olmalı. Konfor içinde, steril bir hayat yaşayanlar bilmez ki kederi, derdi. Aydının günümüzdeki konumu ve duruşu hakkında şu tenkidi yapar: “Toplumların siyasal-sosyal sarsıntılar geçirdiği dönemlerde hep iki tür aydın dolaşır ortalarda. Biri sorumluluktan kaçan korkak aydın. O, fildişi kulesine çekilmiş; papatya, böcek, bulut, çocuk, kadın gibi motiflerin arkasına gizlenerek, ömrünün kalan kısmını rahata yatarak geçirmiştir. Diğer aydın tipi ise her zamankinden daha fazla kendini sorumlu hissedip kolları sıvamış, halkının yanında, önünde, kavganın ortasında yerini almış, yol göstericiliğin, aydınlatma ve uyarma ödevine devam etmiştir.” (Ağabeyime Mektuplar, s.58)
Sanat her şeyin üstünde diyenler yanılır elbet. Sanatçı da gün gelir hesap verir. Yazdıklarımızdan, yaşadıklarımızdan, söylediklerimizden sorumluyuz. Sanat, salih amel ile gerçek bütünlüğe ulaşır. Mengüşoğlu “Sanatı konuşurken asla salih amel’i unutmamalıyız” der. (Vahiy ve Sanat, s.194)
Sanat, bizi hangi sulara götürüyor? Ölüm suları mı, diriliş suları mı? Sanat ile bir uyanış gerçekleşmelidir. Yoksa verilen emekler zayi olacaktır. Bu hususta Metin Önal Mengüşoğlu şu uyarıda bulunur: “Bilmem kaç yüzyıldan beridir Müslüman dünyayı pençesinde inleten hangi yaralı şuurdur? İdrak mekanizmasının parçalandığı bir gerçektir. Varlık, bilgi, iman, hakikat gibi hayati hadiseler karşısında donuk duran zihinler, sanatın şifa verici soluğunu değil ayartıcı fitnesini mi rehber edindiler?” (Vahiy ve Sanat, s.258)
Şiire dair
Şair bütün içtenliği ve yalınlığı ile yaşadığı çağın bir tanığıdır. Diğer bir söyleyişle çağın vicdanı olmalı şair, çağın vicdanı. “Şiir Hangi Yaramıza Merhem Sürüyor?” başlıklı yazısı şair Metin Önal Mengüşoğlu’nun şiir ve şair üzerine önemli tespitlerini içerir. Şöyle ki: “Şiir bireyin ve onun mensubu bulunduğu toplumun hayatından doğan farklı, sıra dışı bir idrak biçimi, bir tür şuur ediş hadisesi idi. Her şiir o an yaşanan hayatın şuur altında kaynağını barındıran, oradan fışkıran bir ses, bir yankıdır. Şair ne tarihçi ne sosyal bilimcidir. O, gününün, çağının en adil, en yalansız dolansız, en yalın şahididir. Tarihin muteber tanıklarıdır şairler.” (Vahiy ve Sanat, s.265)
Şiir hakkındaki şu belirlemesi dikkate şayandır: “Onu korkutucu karanlıklardan kopup gelen, bizzat karanlığın içindeki rahatlatıcı, yatıştırıcı ses olarak da algılayabilirsiniz.”
Şiirde bilgi doğrudan iletilmez. Düzyazıdan beklenecek görev, şiire yüklenemez. Şiirin dili, iç imkânları dolaylı anlatımı geliştirir. Şiirden beklenen şey insanda erdeme, güzelliğe dair etki uyandırması ve hakikate işaret etmesidir. “Şiirden bir anlamı, bir sulh kararını, bilgiyi size doğrudan iletmesini beklemeyin.” (Vahiy ve Sanat, s.267)
Şiiri bilgece yürekliliğin harman yeri olarak tarif eder Mengüşoğlu: “Şiirle törpülenmiş heyecanların kalbi, cahilce cesaretler için çarpmaz. Orası bilgece yürekliliklerin harman yeridir.” (Vahiy ve Sanat, s.267)
Kendisiyle yapılan bir söyleşide “Şiir Metin Önal Mengüşoğlu için nedir?” sualine şu cevabı verir: “Herhangi bir delile, karinaya, mucizeye ihtiyaç göstermeden bir idrak, seziş ve keşif hadisesidir şiir. Kendiliğinden, adeta hüda-i nabit bir aşılanma, döllenme sonucunda doğandır. Şiir bir şuur ediş biçimidir ki hissetme, ürperme, anlama ve kavramanın şimşek hızıyla çakması, yıldırım misali kalbe düşmesiyle belki anlatılabilir. Ne yani hiçbir alt yapısı, arka planı yok mu? Tövbe. Elbette var. Ben bilkuvve olanı zikrettim. Bilfiil olana henüz geçmedim. Rafine edilmiş, damıtılmış hassasiyetlerin söylenmesiyle, terennümüyle yaratılır şiir. “Yaratılır” diyorum çünkü “kul fiilinin yaratıcısıdır” telakkisine yaslanıyorum. Mutlak yaratıcı ve sanatkâr Allah’tır. İnsan sanatı ise elbet bu kerametli yaratığa ruhundan üfleyen Rabb’in ilhamıyla doğar. Ta doğuştanlığımızdaki o ilham ile. İnsan sanatı tabiatı model edinerek gelişir, olgunlaşır. Şiir, sanatlar arasında doğrudan söze yaslanması bakımından vahye en yakın mıntıkada bulunmaktadır. O elbet vahy değildir. Yani resullere gelen vahy’le yoktur bir alakası. Ama onun da bir fısıltı yönü vardır. Şiirin yaprakları şuuraltından kalkan rüzgârın önünde göğe yükselir. Kanaatimce o yapraklar kalbin çaydanlığında fikrin ve zikrin müşterek ısısıyla demlenmeli. O zaman insanlarda çarçabuk tiryakilik uyandıran bir iksire döner adeta. Dönün bakın dünya edebiyat tarihinde yaşayan tüm şairler mütefekkir şairlerdir.” (Nida dergisi, Fatih Bütün, 2001)
Kaynağını İslâm medeniyetinden alan müstakim bir çizgi vardır. Ruh akrabası diyebileceğimiz edipler, mütefekkirler… “Şiirlerinizde ‘örnek aldım’ diyebileceğiniz bir kalem var mı?” suali için şu açıklamayı yapar: “Bütün kaliteli sanat birikimi beni etkilemiştir. İlle de örnek aldığım bir imza saymamda ısrarlıysanız ve edep dışı diye mütalaa etmeyecekseniz yüksek müsaadelerinizle Mehmed Âkif diyerek iftihar etmek istiyorum.” (Nida dergisi, Fatih Bütün, 2001)
Metin Önal Mengüşoğlu, öncü ediplerimize ve mütefekkirlerimize işaret eder. Takip ettiği fikir ve edebiyat çizgisine dair bilgi verir: “Benim örneklerim hem mütefekkir hem sanatkâr üstadlar Mehmed Âkif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’tur. O mü’min ustalardır.” (Nida dergisi, Fatih Bütün, 2001)
Mengüşoğlu günümüzde yazılan şiire eleştirel bir yaklaşım getirir. Ruha hitap etmeyen şiirlerden dertli. Hayattan, hakikatten, insan sıcağından uzaklaşan sanat anlayışları karşısında sesini yükseltir ve der ki: “Ya şiirin işlevi nedir? Bunun anlaşılabilir bir cevabı bulunsa bari. Değişti, her şey değişti. Şimdiki şairler, artık bizim ruh dünyamıza hitap etmiyorlar. Bir kere çoğu artık birer entelektüel. Söz ve sözcük oyunlarıyla, ses ve ışık gösterisi yapan şovmenlere benziyorlar. Kalbimizin kapakçığını, usta bir cerrah hüneriyle kaldırıyor, oraya bir sözcük tohumu ekiyorlar. Buraya kadar iyi gidiyor. Lakin bekle Allah bekle. Bekle ki o tohum göğersin, çimlensin de, içimizde bir ürün versin. Nerde? Bakalım doğan ürün herhangi bir yaramıza merhem sürecek mi? Bu kadar beklemeye ömür yeter mi? Peki benim şu anki karamsarlığımı, kötümserliğimi, acımı, hüznümü kim yelpazeleyecek? Şiiri bırakıp başka sanat alanlarına mı yönelmeliyim? Oysa benim şuur plakam üzerindeki pürüzleri bugüne dek en iyi temizleyen sanat, şiirdi.” (Öptüm Kara Gözlerinden)
Cevat Akkanat, Mengüşoğlu şiiri hakkında şu tespitlerde bulunur: “Metin Önal Mengüşoğlu, hastalıklı merkezî Türk şiirinin çok çok ötesinde, daha doğrusu onun tam karşısında, sağlam ve dinamik bir düşünce yapısı ile oluşturur şiirini. Bu yapı, medeniyet dünyamızın kaynaklarına yapılan atıflar ve ona duyulan hasret ilmekleriyle olduğu kadar, yaşanılan çağın ve içinde bulunulan toplumun kurum, kişi ve hallerine yönelik eleştiriler şeklinde kendisini belirgin kılmaktadır. Bu arada onun şiirlerinde, sözkonusu medeniyet algısından alınan güçle, çağa ait olumsuzluk unsurlarını ortadan kaldıracak alternatifler de sunulmaktadır. Böylece Mengüşoğlu şiiri, akletmeye meyilli okuru bir yandan zihnî faaliyetlere sevkederken, aynı zamanda eyleme de çağırır. Bu tefekkür şiirinde zannedilmesin ki lirizme yer yoktur; hayır, lirizm basılan bıçağın ağzında…”
Şair, türkülere yakınlığını sıkça dile getirir. Türkülerde sahih bir söyleyiş, türkülerde samimiyet… Mengüşoğlu şiiri ile Harput türküleri adeta kardeş gibidir. Şiirlerinde Harput türkülerinin tesiri vardır. “Harput türküleri beni şair yaptı. Mahalle arkadaşlarım afyon içerken, ben şiiri sevdiğim için erdemler kazandım. Kaba güç yerine naif davranışa, sakarlıklardansa sanatkârlığa özendim. Özlem duydum. O toprak yüreğimi yufkalaştırdı, merhameti sevdim.” (Öptüm Kara Gözlerinden)
Metin Önal Mengüşoğlu, edebiyatın hemen bütün alanlarında eserler vermiştir. Edebî türler neticede insana ulaşabilmenin yollarını sunar. Eserleri tevhidî düşüncenin birer yapı taşıdır. A. Vahap Akbaş, Mengüşoğlu’nun yazdığı eserler hakkında şunları söyler: “Mengüşoğlu'nu dikkatle okuyanlar, onun en önemli kaynağının, bütün soy sanatçılarda olduğu gibi, çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki gözlem ve izlenimleri olduğunu hemen fark eder. Metin Önal, kendi kuşağının diğer temsilcileri gibi, belki boşlukları doldurma ve arkasından gelenlere rehber olma kaygısıyla, şiirden romana, denemeden incelemeye kadar birçok alanda kalem oynattı. Yazılarıyla, konuşmalarıyla iyi bir dünyanın kurulması için hâlâ gayret gösteriyor.”
İnsan ile şehir arasındaki bağlar yahut şehir algısı
Metin Önal Mengüşoğlu, yaşadığı şehirlerin duygu ve düşünce dünyasında önemli etkileri, izleri olduğunu belirtir. Özellikle Elâziz, İstanbul ve Bursa’yı anlatmadan geçemez. Adı geçen bu şehirlere dair eserlerinde ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Şehir konulu bir yazısında der ki: “Ne zaman bir şehirle temasa geçsem, bir şehri yakından tanıma fırsatı bulsam, yahut bizzat o şehre ayak bassam, o şehirden ille de bir iz, bir unutulmaz hatıra ile ayrılırım. Daha doğrusu söz konusu o hatıra münasebetiyle, o şehirden hiç ayrılmamış sayarım kendimi. Orada bir sevginin muhatabı olmak, orada canımdan, kanımdan birsinin mezarını bırakmak, oranın yemişlerinden oluşan bir damla kanın damarımda dolaştığını düşünmek yeter bana. Bir sevda ilişkisi gibidir şehirlerle aramdaki. Ölümümden sonra sanki cennete gitsem bile özleyecekmişim gibi geliyor bana Elâziz, İstanbul ve Bursa’yı.” (Öptüm Kara Gözlerinden)
İnsan ile şehir arasındaki ilgi ve bağlar üzerine tefekkür eder. Eserlerinde bu durum yoğun bir şekilde karşımıza çıkar. Şehri tanımak, şehir ahalisinin duygu ve düşünce iklimini çözümlemek ve nihayetinde şehri yaşanılır kılmak için çaba gösterir. Edebiyatımızda şehir üzerine düşünen nadir sanatçılardan birisidir.
Her şehirde yaşanan hatıralar var. Acının ve sevincin harman olduğu şehirler… Şimdi sözü şiire verelim. ‘Ağlayan Demir’ şiirinden bir mısra: “Ömür bir yokuştu şehre döküldü” (Bıçağa Basar Gibi, s.9)
Şehir, insanı içine alırken yıpratır ve çoğu zaman yaralar. Şehir hayatı denilen şey, sürekli kayıplar vererek kazandığımızı zannettiğimiz bir hayat olmasın sakın. Şair, şehirde yaşanan olumsuz hali teşhis eder ve yarayı sarmaya, sağaltmaya çalışır. ‘Hilkat’ şiirinden iki mısra:
“Şehirlerin yarasına
İnsan kalbi kullanan” (Sevda Söze Dönüşmez, s.10)
‘Ortayaş’ şiirinde şehirde yaşananlar ve elde kalanlar ifade edilir:
“Birkaç kasabadan birkaç şehirden
Sesler, çığlıklar ve renkler topladım” (Sevda Söze Dönüşmez, s.28)
‘Dağın Alnındaki Busedir Şehir’ şiirinden seçilmiş mısralar:
“Ey şehir, ey künyemin baharsız tabiatı”
“Dağlar kabilemdendi ve şehir karındaşım
Dağlara yaslı şehirlerde gezerdi ceylân”
İyi insanların varlığı şehri iyileştirir. Onlar sayesinde kötülük geri çekilir. Ya şehirden kovulursa İbrahim; işte o vakit yıkım başlar.
“Firavunlar kovdukça İbrahim’leri
Haraboluyor şehrin elbisesi” (Sevda Söze Dönüşmez, s.66-68)
Şehirler şairin duygu ve düşünce dünyasında izler bırakmıştır. Şehir denildiğinde sızlayan bir yüreği vardır. Şair, bir dönem yaşadığı ve düşünce temellerinin oluştuğu Malatya şehri hakkında der ki:
“Malatya Malatya bulunmaz eşin
Bulunmaz biberleri kurutan güneşin
Kündebek’te karpuz çatlatan suyla
Söner mi Beylerderesi’ndeki ateşin
Battal’a omuz verdin
Ölümlüye buz verdin
Bindin bir ala ata
İmanıma hız verdin” (Sevda Söze Dönüşmez, s.68)
“Yüce dağ başında yanar bir lâmba
İçindeki şehir Malatya amma
Lâmbanın düğmesi elimde sanma
Dağın alnındaki busedir şehir” (Sevda Söze Dönüşmez, s.69)
Malatya şehrinin hayatındaki yeri hakkında şunları söyler Mengüşoğlu: “Biz Malatya'da 60'lı yıllarda Türkiye'nin bir başka bölgesinde bulunduğunu sanmadığım entellektüel ve Müslüman bir ekiptik. İslâmî anlayışım işte o ekip arasında olgunlaştı, onlarla anılmam çok doğal. Üstelik Malatya beni bağrına basmıştı.” (Öptüm Kara Gözlerinden)
‘Öpüyorum Türküleri’ şiirinde hatırlayış ön plandadır. Anılar eşliğinde yeniden okunur şehir. ‘Kudret Buzu’ çocukluk günlerinden kalan bir iz. Şair geçmiş günleri anıp ‘unutma’ der:
“Bak, buradan şehir ne kadar ferah
Uçuyor taze kabirlerin ince tozu
Unutursan alışırsın, unutma
Her ısıda erimez Kudret Buzu.” (Bıçağa Basar Gibi, s.36)
“Kanımıza koyu şerbetler ekleyen Mardin
Suyunda çay demledim
Sende hatırım kalacak
Bütün böcekleri kanatlı şehir” (Bıçağa Basar Gibi, s.58)
“Harput şehri ta şuramda bir çıban
Dizlerime derman olan yokuşlar
O sonsuz cepheli boş ufuklardan
Tufan gibi kopar asabi kuşlar” (Bıçağa Basar Gibi, s.77)
‘Yurdumuz Taşra’ şiirinde yaşadığı yeri tasvir eder ve sitemli bir söyleyişle der ki:
“Yurdum, kehribar renkli toprağım, taşram
Benim ağustos sıcağında üşüyen tarafım
Hüzünlü bir tebessümden başka ne verdin bana” (Çamurlu Bir Irmak, s.15)
Ve insanların şemsiyesi yerine mavi göğü tercih eder. Gerçek kurtuluşu duyurur.
“Sığınmam insanların şemsiyesi altına
Rabbimin mavi göğü yeter bana” (Çamurlu Bir Irmak, s.24)
Merhum Mehmet Âkif, “Bir zamanlar biz de millet; hem nasıl milletmişiz/ Gelmişiz dünyaya insanlık nedir öğretmişiz”der. Rahmet ve bereket günleri… Bir ahenk vardı şimdi nerede? Mengüşoğlu, mazide kalan şehir hayatı ve şehir ahalisi hakkında tespit ve değerlendirme yapar. ‘Şehrin serin sokakları’ özlenir. İşte yitip giden zamana, güzelliklere adanmış mısralar:
“Bir zamanlar ezanla uyanırmış ahali
Güneş doğmazmış üstüne
Uykuda insanoğlunun
Şehrin serin sokakları
Birbirleriyle selamlaşan
Güleryüzlü komşuları
Muhabbetle karşılarmış” (Hayatımın Bahanesi )
Bir umut onlar, karanlıklara karşı bir ışık: ‘Şehrin Aslan Delikanlıları’. Şehrin yaralarını sağaltan ve yıkımları onaran güzel insanlar için yazılmış bir şiir:
“Her sokakta üçyüz arşın öteden
Gelişleriyle bilinen
Şehrin aslan delikanlıları” (Çamurlu Bir Irmak, s.56)
Tavır sahibi, yürekli, mert insanlar bu şiirde dile gelir. Yaşanılır bir şehir inşa etmek isterler. Hakikat bilinciyle çıkılan bir yol vardır.
‘Terziler İçin’ şiiri insan sıcaklığını duyurur. O terziler ki “Şiir gibi süzülür ipler parmaklarından”. Şehri anlamlı kılan “güzel huylu terziler” için bir güzelleme bu şiir:
“Ey duvarlarında model insanlar model elbiseler
Model levhalar asılı güzel huylu terziler
Ölmeyin, tükenmeyin, bitmeyin n’olur
Gönlüm sıcak dükkânlarınızda geceler boyu
Uzayıp giden yarenlikleri diler” (Çamurlu Bir Irmak, s.79)
Ah İstanbul
İstanbul, ebedî başkent. Sevinç ve mutluluk kapısı; dersaadet. Şair, İstanbul sevgisini ‘Yeniden İstanbul’ isimli şiirinde açık ve yalın bir dille ifade etmiş:
“İstanbul’u özlüyorum, İstanbul’a koşuyorum
İstanbul’a doymuyorum, ne sıkıntı ne yalnızlık
Ne bulvarlara yedi tepeden seller gibi akan kalabalık
Kornalar, tarifsiz gürültüler, sisler, uğultu gibi ezanlar
Hiçbiri usandırmıyor beni…” (Çamurlu Bir Irmak, s.54)
Mengüşoğlu’nun ‘İstanbul Hikâyeleri’ isimli eseri şehir hakkında bize birçok malzeme sunar. İki dost, iki kahraman, İstanbul içre yolculukta adeta bize rehber olurlar. Okuyucu ile yoldaş gibiler. Birlikte çıkılan bu yolda çeşitli olaylar yaşanır, devrin üstadları, şairleri, mütefekkirleri, gönül insanları ziyaret edilir. Bazen bir caddede, bir alanda birdenbire karşımıza çıkarlar. Ortak bir sevinç yaşanır. İstanbul’un insana tesiri, büyük şehirde yaşama çabası ve iki inanmış kişinin serüveni okunur bu hikâyelerde.
Muhtaç, Aciz ve onlara eşlik eden üçüncü bir kişi gibi İstanbul. ‘Sokrat Penceresi’ isimli hikâyede şehir şöyle anlatılır: “Şehir ahalisinin büyük ruh çöküntüsü yaşadığı bizimkilerin hoşnutsuzluğundan bile çıkartılabilirdi. Herkes ağır işkence altındaymış gibi yaşıyordu. Aidiyetsiz, mensubiyetsiz bir yaşam. Oysa Muhtaç ve Aciz’in en ufak bir el hareketi, küçücük bir bakışı, bir iması, mini minnacık bir işmarı bile şehir ve insan arasındaki edepli ve arifâne ilişkinin tüm izzetini, şerefini ve olabilecek beşeri yüceliğin doruğuna taşıyordu.” (İstanbul Hikâyeleri, s.45)
Şehir hayatı çoğu zaman insanı bunaltır. Yoğun bir çalışmanın ve telaşın içinde yorgun düşer insanoğlu. Bir direnç alanı arar. Şehirden kaçıp şiire varır. Şiir, tutunacak bir dal gibidir. “Kendileriyle birlikte hayat boyu sürüp giden ezelî kalp ağrılarının çaresi ancak şiirdi. Ruhlarının görünmez çeperlerinden bir yerlerine atılan fiske, bir çimdik, bir tırnak acısı gibi düşüyordu şiirin gölgesi. İyi ki sen varsın şiir.” (İstanbul Hikâyeleri, s.47)
Bir telmih ile hikâye sona erer. Şehir içre ayrılık, terk edilmişlik duygusu yakıcı bir soruyla anlatılır: “Şehir, bizimkilerin kuyudaki kardeşi miydi yoksa?” (İstanbul Hikâyeleri, s.49)
İstanbul semt semt esere yansımıştır. Kahramanlarımız İstanbul içinde seyyah gibidirler. Hayatın içinden bir İstanbul panoraması sunulur. Muhtaç ve Aciz, şehirde olup bitenlere karşı iyi birer gözlemcidirler. Yanlışı görünce tenkid ederler. Şehri yaşanılır kılma çabasında bir inşâ faaliyetidir bu. Bir tavır alıştır.
Harput Şehrengizi
Metin Önal Mengüşoğlu’nun ‘Harput Şehrengizi’ isimli kitabı yitip giden güzelliklere yakılmış ağıt gibidir. Hatıralar ve hayaller arasında kalan bir insanın söylediğidir. Harput türküsü kadar yanık, içli ve derin bir kitap. Şehrin sivil tarihi. Bir şairin yüreğinde yankılanan geçmiş zaman izleri, kişileri, izlenimleri… Genç yaşta kaybettiği oğlu Yasir’in acısıyla bütünleşir Harput şehri. “Neden Harput koymadım adını oğlumun/ Acıya alıştıramadım oğlumu” der. Bir şehir odağında insanın anlam arayışı ve muhasebe kendisini gösterir. Roger Garaudy der ki: “Ataların ocağına sadık kalmak, asla onların küllerini korumak değildir ama ateşini yakmaktır.” Bu anlamda ‘Harput Şehrengizi’ şehir algısına dair yeni bir yorumdur. Geçmişin külleriyle avunmak istemez şair, ateşi yakma derdindedir. Zira her şeye rağmen devam etmektedir hayat. Ve direnişin, dirilişin türküleri söylenmelidir. Yunus Emre’nin dediği gibi: “Her dem yeniden doğarız/ Bizden kim usanası” Şehrin tarihi, kültürü, insanı, değerleri, sanatı -özellikle türküleri- şairin gönül ikliminde harmanlanıp yazıya dönüşür. Şehir kitapları arasında müstesna bir yere sahiptir ‘Harput Şehrengizi’.
Mengüşoğlu, ‘Harput Şehrengizi’ kitabının yazım süreci hakkında şu açıklamaları yapar: “Harput Şehrengizi kitabımı kaleme almam üzerimdeki bir yükü hafifletmek anlamında bir ihtiyaçtı, evet bu kitabı kaleme almak benim için müthiş bir ihtiyaçtı. Göçebe ataların çocuğu olarak yıllardır büyük kentlerde yaşadım. Kırlara olan özlemim belki de kır çiçekleri gibi bol çeşnili bir kitabı var etti. Kır çiçeklerinin demeti çok bol çeşitlidir. Her tür ve her renk mevcuttur o demette; papatya, hercai menekşe, ıtır, sarı, mor, mavi bir aradadır. Diyorum ki işte size bir kır çiçeği demeti ey okuyucu!” (Öptüm Kara Gözlerinden)
Şehir sakinleri yakın binalarda ve dairelerde otursalar da birbirlerine uzaklar. Necip Fazıl’ın ‘Apartman’ şiirinde söylediği gibi “Yakınlıktan ötürü uçup gitmiş yakınlık”. Kara kalabalık karşısında bir tedirginlik, bir yalnızlık hissi hâsıl olur. Kimsenin kimseyi gerçek anlamda görmediği, duymadığı bir ortamdır bu. Modern zamanlarda değişen şehir hayatı şöyle anlatılır: “Şehirde, şehrinizde yabancısınız. Yalnız siz değil herkes herkese yabancı. İlgiler, ilişkiler de sahte, kurmaca, geçiştirilen… Kimse tanımaz sizi. Kimse kimseye selam vermez.” (Harput Şehrengizi, s. 113)
Şehir ile insan arasındaki etkileşim kaçınılmazdır. Şehrin kültürel dokusu insanı içine alır. “Şehirlerin insanlara giydirdiği elbiseler vardır. Şehirlerde edindiğimiz edâ ve vurgu, yürüyüş, atlama biçimleri, bakış, görüş zaviyeleri, tutum, duruş biçimi, oturma, ayakta durma formu vardır. Hepsi kendine özgü, şehrine özgüdür. Mensubiyetsiz bir insan tekinin acırım haline.” (Harput Şehrengizi, s. 10)
Şairin gönlünde Harput’un yeri bambaşkadır. Harput’u bütün içtenliğiyle şöyle tanımlar: “Duygusallıkların, yufka yürekliliğin ve odak noktada da sevginin harman yeriydi benim için Harput.” (Öptüm Kara Gözlerinden)
Şehrin yaşadığı hallere tercüman olmak ister. Harput, bir şehir olmanın ötesinde adeta canciğer bir yakını gibidir. Kitabın yazılışı, arkaplanı hakkında yaptığı açıklamalar ile Harput şehri bir kez daha vurgulanır. Doğal bir ortamı, sağlam dostlukları, komşuluk kavramını hâsılı insanı ön plana çıkarmak için bu tercih yapılır. “Bir de benim dünya görüşümde insaniyeti tüm yaratılmışlıkların önüne çıkarmak vardı. İnsanı öncelemem gerekiyordu. Harput'taki bir dönemlerin insaniyetine dair flaşlar çakmak, aydınlatmalar yapmak, anlayışlar üretmek istedim. Harput benim içimde sağalmayan bir yara gibi duruyor. Bu kitapta onunla nasıl içice, yan yana olmayaydım ben? Şehirler evet canlıdırlar ama dilleri yoktur. Biz insanlar onların tercümanıyız.” (Öptüm Kara Gözlerinden)
Bursa güzelliği
‘İnkaya Çınarı’ şiiri, bir Bursa şiiri olarak derin anlamlar taşır. İnkaya Çınarı, Türkiye'nin en yaşlı çınarı olarak bilinen bir ağaçtır. Bursa'nın anıt ağaçları arasında en tanınmışıdır. Uludağ yolunda, Osmanlı Devleti'nin ilk köylerinden olan İnkaya köyünde bulunur. 600 yaşında olduğu söylenir. “Bursa, ey eskimeyen başkent, yurdumun yüzü” mısrası Bursa tarihini adeta özetler.
“İhtiyar bir Osmanlı dedi ki, kıyamete
Son saat kalsa bile bir ağaç dikeceğim;
Yüzümün akıyla ah, ulaşırsam cennete
Onun serinlettiği yollardan geçeceğim” (Sevda Söze Dönüşmez, s.62)
‘Başucumda Servi Ayakucumda Çınar’ isimli yazısında Mengüşoğlu, Bursa’ya nasıl vasıl olduğunu, Bursa gezilerini, intibalarını ve Bursa’nın zihin ve gönül dünyasında bıraktığı izleri anlatır. Bursa üzerine akışı ve içeriği güzel bir yazı. “Şehre girdim. Aramızda bir temas başladı. Dokunduk birbirimize, hal diliyle konuştuk. Karınca Dereden atladım. Gökdere boğazından geçtim. Cilimboz Vadisini nasıl da sevdim. Köprülerin altından akan berrak kar sularının, Keşiş dağına dair eski hikâyelerden anekdotlar aktardığını fark ettim.” Bursa güzellemesi olarak da nitelendirilebilir bu yazı. Mahalle, semt adları özellikle belirtilir. Uzun, ince bir yürüyüş yazı boyunca devam eder. Öyle güzel bir şehir ki “Sokaklar sustuğu zaman mahalleler bülbül kesiliyordu. Namazgâh, Umurbey, Molla Arap, İpekçilik, Temenyeri, Pınarbaşı birer mekân adı olmaktan öte bir kimliği sergiliyordu.” Bursa’ya dair önemli tespitler içerir bu yazı. “Bir beldeyi şehir yapan öğelerin başında insan çeşitliliği gelir. Bursa’da, en çok Bursa’da bunu yaşarsınız. Kimse o şehrin yerlisi değildir. Ama tuhaf bir biçimde herkes o şehrin yerlisidir.” (Öptüm Kara Gözlerinden)
Şair hep başka ufukları gözler. Durağanlıktan kaçınır. Uzak illeri ve başka insanları tanımak ister. Gayret ve kararlılık ile uzaklar yakın olacaktır. ‘Delinmiş Bir Kozada Yaşamak’ şiirinde şair yeni zamanlara doğru yürüyüşünü duyurur:
“Birdenbire
Geceyi kendi halinde bırakıp
Sessizliği uyandırmadan
Gündüzün en erken olduğu yerlere doğru
Yürümek
Koşmak istiyorum” (Çamurlu Bir Irmak, s.19)
Sözün özü
Bu yazıda mütefekkir-şair Metin Önal Mengüşoğlu’nun edebî şahsiyeti ve eserlerinde şehir algısı, şehir hayatına bakışı üzerinde durmaya çalıştım. Çeşitli türlerde verdiği eserlerle edebiyat ve düşünce tarihimize önemli katkılarda bulunmuştur Metin Önal Mengüşoğlu. Yazmayı bir eylem biçimi olarak kabul etmiştir. Yazmak, onda bir sorumluluğun gereği olarak kıymet kazanır. Çağın bir tanığı olarak haksızlıklar karşısında susmaz. “Haberliyim dünyanın çamurlu bir ırmak gibi akışından” Gördüğü yanlışları, noksanları kırıp dökmeden ifade eder. Çözüm önerileri sunar. Şiirlerinde geleneğin izleri, etkileri görülür fakat bu durum geleneğin bir tekrarı değildir. Yeni bir söyleyişle karşımıza çıkar. Yeni şiirin imkânlarını kullanır. Bireyci, bencil şiirlere uzak durur ve hatta eleştirir. Hep topluma bakan bir yönü vardır. İnsanların derdiyle dertlenmiş bir yürek… Ötekini görmek, anlamak ister. Hem yerli hem evrensel olabilmenin çabasındadır. Doğup büyüdüğü Harput şehri ve sınırlar ötesindeki insanlık daima umurundadır. Pergel metaforu bu noktada anlam kazanır. Yerli oluşun derin köklerine işaret ederken asla mahallî, kavmî bir tarafgirliğe düşmez. İnananları kardeş bilir. Mazlumdan yanadır daima. Nesirlerinde rahat, içten bir anlatımı vardır. Okuyucu ile adeta sohbete durmuş gibidir. “Düşünmek Farzdır” diyerek bir ömür tefekkürün etkin olmasını, yaygınlaşmasını istemiştir. Hakikati duyurabilmek için ve yeniden inşâ faaliyetini gerçekleştirmek için çaba gösterir. Toplum içinde erdemi kavi kılmak ister. Şiirlerinde, hikâyelerinde süsten arınmış; yalın ve derinlikli bir anlatım vardır. Mektup türünde yazdığı yazılar ile de kaybettiğimiz güzellikleri hatırlatır bizlere. Samimi, mert, kararlı bir tavrı vardır. Kurduğu cümleler insan sıcaklığı taşır. Müstakim çizgi üzre çıktığı yolda edebiyatın, sanatın, tefekkürün imkânlarını yetkin bir şekilde kullanır.
KAYNAKÇA:
Çamurlu Bir Irmak, Metin Önal Mengüşoğlu, Beyan Yayınları, Şiir, 2. baskı, 1997, 80 s.
Sevda Söze Dönüşmez, Metin Önal Mengüşoğlu, Beyan Yayınları, Şiir, 1. baskı, 1998, 69 s.
Bıçağa Basar Gibi, Metin Önal Mengüşoğlu, Okur Kitaplığı, Şiir, 1. baskı, 2010, 78 s.
Düşünmek Farzdır, Pınar Yayınları, Deneme, 2010, 182 s.
Vahiy ve Sanat, Metin Önal Mengüşoğlu, Pınar Yayınları, İnceleme, 2. baskı, 2005, 272 s.
Harput Şehrengizi, Metin Önal Mengüşoğlu, Beyan Yayınları, Hatıra, 1. baskı, 2000, 155 s.
Ağabeyime Mektuplar, Metin Önal Mengüşoğlu, Pınar Yayınları, Deneme, 1. baskı, 1995, 94 s.
Müstesnâ Şair Mehmed Âkif, Metin Önal Mengüşoğlu, Pınar Yayınları, İnceleme, 1. baskı, 2007, 192 s.
Havada Bulut Var, Metin Önal Mengüşoğlu, Beyan Yayınları, Deneme, 1. baskı, 1999, 143 s.
İstanbul Hikâyeleri, Metin Önal Mengüşoğlu, Okur Kitaplığı, Hikâye, 2. baskı, 2010, 115 s.
Yerler Mühürlendi, Metin Önal Mengüşoğlu, Beyan Yayınları, Roman, 1. baskı, 1996, 280 s.
Gâvur Kayırıcılar, Metin Önal Mengüşoğlu, Beyan Yayınları, Hikâye, 3. baskı,1996, 158 s.
Öptüm Kara Gözlerinden, Metin Önal Mengüşoğlu, Artus Kitap,1. baskı, 2007, 144 s.
Nida düşünce, kültür ve edebiyat dergisi, 2001, Malatya
Tasfiye, Aylık Edebiyat Düşünce Dergisi, Sayı: 31, Mayıs 2011, Sayfa: 40-48