MÜSLÜMAN ŞAİRLER GEÇİDİ-I
Recep Garip
20.07.2015
Hayat ölçüsüz değildir. Her adım attığımız alanın da bir ölçüsü var. Ölçüsüzlük, lalettayinliktir, sıradanlıktır, bayağılıktır. Ölçüsüz bir var oluş söz konusu değildir. Yerler, gökler ve bütün âlemler, insan aklının kavrayamadığı ölçülerle çerçevelenmiş ve inşa edilmiştir. Her eşyanın kendince bir planı, planlaması söz konusudur. Yalnızca insanın halleri, davranışları, yaşayışları, kullandığı kelimeleri, üslubu, kılık kıyafeti ölçüsüzlüklerle doludur. Bunda denilebilir ki, ölçüsüzlük bile bir ölçüdür, ölçüsüz gözükende bir ölçü mutlaka vardır. Böyle denilse bile insanoğlu pervasızlık yapıyor. Yaratılış nedenleri üzerinde fazlaca durmuyor. Kendisinde var olan, verilmiş olan değerleri çarçur edilmesine göz yumuyor.
Hayat ölçüsü, insanı da sistematize eder. Mecburi istikametlerle yönlendirerek şekillendirir. Mevsimlerin değişimiyle, güneş, ay ve yıldızların hareketliliğiyle bunları görür ve yaşar. Böylece artık bir planlama gerektiğini görür. Bu bize her işin bir planlamasının, ölçüsünün olması gerektiğini öğretmiş olur. Dolayısıyla günlük yaşayan insan, yaşadığı anını böyle bir planlama içerisinde sürdürme mecburiyetindedir. Beş vakit namaz bize ölçülerle verilmiştir. İman etmiş olmanın bir gereği olarak namazı ihmal etmemek ölçü çerçevesinde kalmaktır. Gönderilmiş vahyin de bir plan dâhilinde geldiğini biliyoruz. 23 yıllık vahyin geliş sürecindeki intizam, bu çerçeve doğrultusunda son peygamber Hazreti Muhammed’e gönderiliyor. Cebrail (as) canı isteyince vahiy getirmiyor. Canı istediğinde çıkıp gelmiyor. Emre itaatle, planlamaya uyarak geliyor, ödevini gerçekleştirip dönüyor. Peygamberde kendisine ne söylenilmişse onu söylüyor, nasıl anlatması icap ediyorsa öyle anlatıyor. Kendisinden, kendiliğinden bir şey katmıyor. Vahiy budur. Allah’ın sözlerinin aynıyla –bir değişikliğe uğramadan- Cebrail (as) vasıtasıyla peygambere iletilmesidir.
Bunlar bize kültürün, sanatın, şiirin ve edebiyatında bir ölçü çerçevesinde var olduğunu, ona göre uğraş verilmesi gerektiğini anlatıyor. Ölçüsüzlük insanın ürettiği hiçbir eşyada, teknolojide, kapta kacakta, evde ocakta bulunmuyor. Demek oluyor ki insan planlama yapmayı, ölçülü koymayı öğrenmiş ve öğretmektedir. Anne karnından yeryüzüne gelmeye hazırlanan yavrunun da bir ölçü içerisinde beslendiğini, büyüdüğünü ve dokuz aylık bir barınma ve öğrenmeden sonra vakti gelince doğduğunu hepimiz biliyoruz. Erken doğumlarda alınan sonuçlar nice çabalara, tasarruflara, emek ve harcamalara neden oluyor. Bunlar da bize gösteriyor ki ürettiğimiz her şey, her eşya, her sözcük, her davranış bir ölçünün sonucudur. “Vakitsiz öten horozun başını keserler”demiş atalarımız.
Ölçülerle belirlenen hayatı ölçüsüz yaşayamazsınız. Özgürlüklerin sınırı bir diğer insanın özgürlük alanıyla sınırlıdır çünkü.
Şiirimizin ölçüsü, bir düşünce ekseninde gelişir. Kendi içinde var olan seslerin, ritimlerin, tınıların, imgelerin, değerlerin, sözcüklerin, tanımlamaların, ahenklerin, sanatların, kurguların, muştuların kelimelere sinmesi, kelimelerle yaşaması ve her sözcüğün diğeriyle bir aşk bağlılığıyla bağlanarak sese dönüşmesi icap eder. Şiiri yakalamak böyle bir emek ister. Büyük okuyuşlar, çabalar, tahliller, çözümlemeler, dinlenmeler, duyuşlar, hissedişler, tahliller, nazarlar ve telmihlerle ulaşılır şiire.
Necip el-Kiylani’nin “İslami Edebiyata Giriş” eserini Ali Nar Türkçemize kazandırmıştı. Ali Nar, İslami Edebiyat Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni, şair ve yazardır. Elan, Bezmi Âlem Üniversitesi hastanesinde yoğun bakımda tedavi görmektedir. Ali Nar hocamıza, Rabbimizden acil şifalar diliyorum. Dostlarından da dualar bekliyoruz. Necip el-Kiylani kitabın ön sözünde şöyle belirlemelerde bulunuyor; “Medeniyet hakkında insanın düşüncesi bazı unsurlarla bağıntılıdır. En önemli unsurlarda hiç şüphesiz akide, ilim, hukuk, yüksek ahlak, sanat ve edebiyattır. Ayrıca, hayır, hak, güzellik, hürriyet ve benzerleri…”
Sonra; “medeniyetlerin bozuluş ve yıkılışlarının özünü teşkil eden sebepler, belki bu unsurların yok oluşu veya bozuluşundan ibaret kalır…”
Kiylani söze devam ediyor; “Artık hiçbir kimse, edebiyatın bu ölçülü ve sürekli olan İslam medeniyetinin unsurlarından biri olduğunu inkâr edemez. Çünkü bu medeniyetin dayanakları göklere doğru uzanırken, açık ve sahici düşünceye de uygun düşmektedir. İslam’ın fakihlerinin, düşünürlerinin, âlimleri ve yöneticilerinin halktan daha fazla şiir veya nesir olarak edebi sanatlara önem vermesi herhalde tesadüf olamazdı. Ve bütün bunları, İbni Sina, Şafii, İbni Mukaffa, Cahiz gibi, Arap veya Acem, eski veya yeni, en meşhur İslam mütefekkirlerinde görmekteyiz.”
“İslami Edebiyata Giriş” kitabı mutlaka okunmalıdır.
Müslüman şair, aynı zamanda Müslüman edip demektir. Dolayısıyla edebiyat yolculuğundaki asalet elbisesi şiirde tezahür eder. 28 Haziran 2015 Beyazıt Kitap Fuarında imzaladı “Aşılmış Duvarlar” şiir kitabını Ünsal Ünlü. Okur Kitaplığı’nın yayın koordinatörü Ünlü benim de hemşerim oluyor. Osmaniye Bahçe’den.
Kitabın ilk şiiri “Tünel”;
“Bir gong sesiyle uyanıyordu korku ve merhamet
Ağlayan çocuk, zifiri karanlıkta mızmız bir tren
Gece gürül gürül kayıp giderken raylar üzerinde
Abdülhamit zamanından gelen çığlığıdır sanki
Avurtları dinamit lokumuyla çökertilmiş kölenin”
Ünlü’nin şiiri; sarsıcı, sorgulayıcı, dokundurucu, aklayıcı ve uzun bir ıslığa benziyor. Dağlar arasından geçip gitmekte olan kara trenin düdüğündeki acıları da içinde taşıyan şiirler bunlar. Geçmişle gelecek arasında yanıp sönen bir lambaya benziyor.
Aynı şiirin son beşlisinde şöyle içlenir şair;
“Ağır bir manivela olur tren rayları içimi kanırtan
Doğudan ve batıdan gözler ağırlığınca kamaşma
Denizsiz bir Akdeniz kasabasından geçen trenler
Uzak ve bilinmez coğrafyaların hayal mütercimi
Tünel, zihnimde büyüyen kara bir imladır şimdi”
Sanki az önceki tahlilleri yapmamışım gibi yineleyici bir üslupla Ünsal Ünlü karşıma çıkıyor. Uzun uzun anlatmadan ziyade yalnızca dokunuşlar yapmak istiyorum. Şiirinde imge yoğunluğu ve aklın hareketliliği sürüyor. Geçmişte olan biten hiçbir şey gizli kalmaz diyor şair. Sorgunun sürekliliği uyanık kılıyor insanı, Ünlü’nün şiiri de okuyucuyu. “Rüzgârla Gelen” şiirinde;
“Bir gün sana öğreteceğim kalbimde
Yaşattığım her bir dizenin anlamını
O ne uzak zamandır öyle ki, içimde
Akıp duran kan kadar sıcak, bir aşk
Ülkesinin alfabesini silecek gibi uzak.”
Biraz fazla akıl, biraz fazla düşünce, biraz fazla yüklemeye benzese de bir idrak unsuru oluşturuyor. İdrak ediş, hayra dair pencereler açılmasını sağlar. Belki de tefekkürün içinden, irfan unsurları armağan olarak okuyucuya ulaşır. Kalbime dokundun Ünlü, nice yeni çabalar, emekler ve eserler dileğiyle.
Yeniden Müslüman Şair sorgusuna ulaştığımızda şiirin renk değiştirmeyi sürdürdüğünü, dil ve üslup açısından bereketli çalışmalar olsa da, yer yer geleneğin ve kadim anlayışın hırpalandığını da görmekteyiz. Bu durum endişe vericidir. Bir yanıyla bir gökkuşağı sunarken diğer yandan bir kızıl akşam titremesi beliriyor.
Necip el-Kiylani sözünü şöyle sürdürüyor; İslami Edebiyata Giriş”te “…İlahi vahyin ışığında hayatını tanzim eden edipler, sürekli olarak İslam’ın sanat ve edebiyata bakışını korumaya, dikkat ve özen gösteriyorlardı. Abes yönlere sapmasına fırsat vermiyor, sözün şehvet, sapıklık ve çılgınlığa alet olmasına şans tanımıyorlardı… Bizim görüşümüze göre İslami Edebiyat; tereddütsüz, İslam medeniyetinin rükünlerinden birisidir. Kısaca İslam davetinin konuşan lisanıdır. Örnek ve önder kişiler ciddiyetle onu koruyup gözetmektedirler…”
Buradan anlaşılması gereken duruştur. Nuri Pakdil Usta’mızın Klas Duruş’undan bir duruş elde edebilmektir. Yaşadığınız cemiyetin, içerisinde bulunduğunuz ortamın durumu, sizin duruşunuzu, inancınızı, çizginizi asla lekelememelidir.
Var olmak, kıyam halinde olmaktır.
Kaynak: http://www.gazetevahdet.com/musluman-sairler-gecidi-i-2910yy.htm