Nermin Tenekeci’nin Öyküleri “Yoksa”dan Sonra
Burcu Aker
Okur Kitaplığı’nca geçtiğimiz yılın Kasım ayında yayımlanan Yoksa, Nermin Tenekeci’nin öykülerini bir araya getiriyor. Öykülerini dil işçiliği, anlatım becerisi, konu ve kurgularıyla güçlü bulduğumuz yazarın kitabının etraflıca bir inceleme ve eleştiriyi hak ettiği kanaatindeyiz. Bu yazıda genel bir girişin ardından öykülerin teker teker odağa alındığı bir okumayla Tenekeci’nin öykücülüğünün bir değerlendirmesini yapmak, başarılı ve zayıf bulduğumuz yanlarını belirtmek niyetindeyiz.
‘Yoksa’, hep bir tedirginliği, korkuyu, emin olamamayı, başka bir ihtimalin varlığını işaret eden durumlarda kullanılır. Biraz da aşırı bir yorumla, Tenekeci’nin öykülerindeki karakterlerin de hep o başka ihtimalin tedirginliğini paylaşmaları ile bir ruh akrabalığı içinde olduklarını söyleyebiliriz. “Yoksa geri dönmeyecek misin?”, “yoksa benim yüzümden mi böyle oldu?”, “yoksa artık çok mu geç?” gibi soruların öykülerdeki karakterlerin akıllarını kurcaladığını söyleyebiliriz. Bu bizi başka bir yere daha götürüyor: Zihni kurcalayan bu ‘yoksa’lar hep hayatın içinden durumlar karşısındaki ikiliklerden bina ediliyor. Hayatın içinden, toplumsaldan beslenerek yazıyor öykülerini Tenekeci. Gündeliğin sıradanlığı içinde yitip giden ayrıntıları öne çıkarıyor, gözümüzün önünde olmasına rağmen hep kendimize bakageldiğimiz için görmeği beceremediğimiz hayatları tutup bir hikayeye dönüştürerek görünür kılıyor. Karakterlerini çoğunlukla alt-orta sınıftan seçiyor, halkın çoğunluğundan yani. Tenekeci’nin öykülerinde kendini hemen belli eden özelliklerden biri de dil ve anlatım tarzında yer yer değişikliklere gitmesi, tek bir formda israr etmeyip dilde deneyler yapması. Bunu da anlatacağı hikayenin ruhuna uygun olarak yapıyor olması hem okuyucuyu tetikte tutuyor hem de Tenekeci’nin bir öykücü olarak yeniliklere açık, kendini yeniden yaratmadan yana olduğunu gösteriyor.
Tenekeci’nin dilinde bazen, -Fantasia, Herkes Nerede, Yolculuk gibi öykülerde örneğin- şeyleri bulanıklaştıran, olduğu gibi göstermeyen, keskinliğini alıp sepya tonlara dönüştüren, sivri köşeleri yuvaltan bir şeyler varken, bazen – Dedektör, Mazi Kalbimde Bir Yaradır, Telaş, Yazgı gibi öykülerde- tam aksine keskin cümlelerle insanı sarıp, gerçeği tam da olduğu gibi, süslerinden arındırarak söylüyor. Dedektör adlı öyküde şöyle bir cümle var örneğin “ ... mutfaklardan taşan ucuz yağ kokuları leziz yemeklere dönüşmüştür.” Bu cümlede müthiş bir gözlem yeteneğinin cisimleştiği kanaatindeyim. Bir diğer örnek de, Küçük Şeyler adlı öyküde karakterin apartmanda kendi dairesine gitmek üzere merdivenleri çıkarken komşuları tanıtması görsel bir etki yaratarak öyküyü zenginleştiriyor: “...birincide yaşlıca bir adamın kuru öksürüklerini; ikincide boy boy çocukların su şıkırtılarına, kap kacak seslerin, maçlara, şarkılara, dizilere karışan patırtılarını; üçüncüde artık hemen hemen herkesin kanıksadığı sıklıkta bir karı koca kavgasını geçerek en üstteki daireme sığındığım hastalıklı apartmanda...” Dilin yanı sıra anlatım biçimlerinde de farklılıklara gidiyor Tenekeci: geleneksel tarzda lineear akan öykülerin yanı sıra zamanda kırılmalara başvuruyor; üst-anlatıcıya başvurduğu gibi, dialog odaklı öyküler yazıyor, Yirmi Altı Saniye, Dört-Sıfır gibi öykülerde farklı hikayeleri bir leitmotif etrafında birleştiriyor. Hülasası Nermin Tenekeci öyküleri kesinlikle tekdüze olmayan, konu, biçim ve kurgu bakımından farklılıklara giderek keyifli bir okuma sunuyor.
Öykülere yakından baktığımızda, Müşerref’i Vurdular, Dört-Sıfır ve Yazgı’nın kitabın konu biçim ve kurgu bakımından en beğendiğimiz öyküleri olduğunu söyleyebiliriz. Keza Mazi Kalbimde Bir Yaradır ve Yirmi Altı Saniye de vasatın üzerinde kalmayı başarıyor.Plaket konusuyla insanı sararken, Tutanak kurgusuyla başarılı bir öykü. Yine de, kanaatimizce problemli öyküler de var kitapta. Örneğin Fantasia içindeki yineleme, tekrarlar ve ince söyleyişiyle iyiyken, kurguda kusurlar var gibi görünüyor. Şöyle açıklamağa çalışalım: Öykünün henüz başında eve dönen İrfan adlı bir karakter var, öykü bittiğinde İrfan’ın, öykünün anlatıcısı olduğu anlaşılıyor. Fakat sanırım yazarın niyeti bunun sonda anlaşılması değil, bu bilgiyle öyküyü okumamız gerektiği yönünde, çünkü aksi halde şöyle bir sıkıntıyla karşılaşıyoruz: öykünün dilinden anlatıcının kadın olduğuna dair bir hissiyata kapılıyoruz,fakat sonradan İrfan –erkek- olduğunu öğrendiğimiz anlatıcının dili fazlasıyla feminen görünüyor, fakat İrfan’ın feminenliğine dair öyküde bir referans da yok. Bunun üç sebebi olabilir: birincisi; problemin benim zihnimdeki seksist bir kültürel kodlanmadan kaynaklanıyor olması, yani İrfan’ı, seçtiği kelimeler, tepkileri ve duyarlıklarıyla kadınsı buluyor olmam; ikincisi, yazarın aklımızdan soru işaretlerini silecek bir kurgu ve İrfan karakteri yarataması; üçüncüsüyse yine benim bir yanlış anlamam olabilir, İrfan kadındır belki de! Yanlış anlaşılmasın, burda söylemeğe çalıştığım kadın yazarın, “kadın duyarlığıyla” yazması meselesi değil, öyküde karakter kuramaması.
Diğer öykülere bakacak olursak, Dedektör ilgi çekici olmakla beraber geçişlerin sorunlu olduğu kanaatindeyim. Bir de ufak çıkma yapacak olursak bu kadar başarılı öyküler yazan birinin “ampülün cılız ışığı” gibi bir klişeden kaçabileceğini düşünüyoruz. Son olarak, Küçük Şeyler gibi çok beğendiğimiz bir öyküde tespit ettiğimiz ufak bir soruna işaret edip yazımızı bitirmek niyetindeyiz: Öykü bugünde başlıyor ardından yedi sene öncesine dönüyor. Fakat zaman geçişinde işlemeyen, tökezleyen bir şeyler var, geçmişin mi bugünün mü anlatıldığı tam olarak anlaşılmıyor. Bu hatalara işaret etmemizin sebebi Nermin Tenekeci’nin ilerde çok daha iyi öyküler yazabileceğine olan inancımızdır. Tekleyen, okuyucuya rahatsızlık veren kısımları görmesi, daha iyi öyküler yazmasını, yazarken tetikte olmasını sağlar kanaatindeyiz. Korkuyorum ya Tenekeci’nin öyküleri Yoksa.
Yumuşakge Dergisi, Sayı: 12, Mayıs 2011
http://www.yumusakge.com/page/3/