Okur Kitaplığı 'nitelikli okurları' arıyor

Okur Kitaplığı

11 Mayıs 2010 17:20 - Kitap

Son dönemlerde yayıncılık sektörü romanlara ve popüler kalemlerin, popüler konularda kaleme aldığı güncel eserlere sarılırken, yayıncıllığın genç imzası rekabet dünyasına, nitelikli okurlar için nitelikli eser parolası ile girdi.

Yayıncılıkta şiir ve öyküye kucak açan, onları önceleyen yayınevi bulmak iyiden iyi zorlaşırken, yayın hayatına yeni atılan Okur Kitaplığı, ilk 10 kitabından 6 tanesini bu alandan seçerek dikkat çekti. Yayınevi, edebiyatı önemseyen okurlara, 3 şiir ve 3 öykü kitabı hediye ederken, bir deneme bir de düşünce sahasında kitap yayınladı. Yayınevlerinin roman basımını öne çıkardığı günlerde Okur Kitaplığı'nın sadece iki kitabında romana yer verdi.

Yayınevi'nin bu startejisi ticari açıdan risk gibi algılansa da fark ortaya koymam açısından avantaj olarak da yorumlanabilir. Nitekim yayınevi ytkileninin açıklamalarına bakılırsa, yayınlanan ilk kitaplar itibarıyla ulaşılan nokta belirlenen hedeflere uygun. İlerleyen günlerdeki performans yayınevinin stratejisinin başarıını ve cesaretinin bedelini net olarak ortaya koyacak..   

Vücudumuzda ruhumuzun pencereleri sıfatıyla ve naif dokunuşlarla açılan gözlerimizin önünden İstanbul Boğazı’nın mâi suları misali akıp giden, yahut rüzgarla, gelip geçen gemilerle oynasan bir anaç martı gibi göğe yükselip alçalan yatay ve dikey bütün istikametlerdeki mekanları boş bırakmayan, zamanı her saniyesiyle kapatan su hayat, hayatımız, ne ak kağıtlar üzerine döktürülmüş mısralarla kıstırılarak tüketilebiliyor, ne de kat kat tutkallarla ince tahtalara dönüştürülmüş tuvaller üzerindeki resimlerle cinayete kurban edilebilir bir mahiyet taşıyor.

Soğuk, soğuk bir gece vakti, açıkta uyumuş ve üşümüs bir bedenin üzerine, onu uyandırmamak maksadıyla usulca örtülen yünden yapılmış bir yorganın sıcak, oksayıcı, sefkatli ağırlığı halinde geliyor şiir. Allahım, bu yürekler bu sözlerin karşısında neden böyle tarumar oluyorlar? Sözün sihri nedir? Gücü ne kadardır? İnsan vücuduna girip öteki taraftan çıkan duman rengi bir işin gibi geçtigi yerdeki bütün tahribati ufak bir öksürükten ibaret. Ama ya yürekteki hali? Oraya elleriyle narin bir tazyik yapıyor. Ağırlığını hissettiriyor. Hatta biraz acıtıyor da. Her kimse o yüreğin sahibi, ne hikmet, bu acıdan haz duyuyor. O ağırlığın üzerinden hiç kalkmamasını diliyor.

Yavaşça gülecek akşamın ufuk zarına bakarak.

Popüler eserler, yazarlar  ve çok satan kitapları tercih etmek yerine, nitelikli eserleri önemseyen okura ulaşmayı hedeflediğini belirten yayınevi yetkilileri, seçkin okurlara ulaşmayı gaye edindiklerini belirtiyorlar.

Okur Kitaplığı yayınevinin gençliğine vurgu yapılması dikkat çekiyor. Sadece 4 aylık mazisi olan yayınevinin şimdiden kitapçı raflarında okurları bekleyen 10 ayrı eseri var.

 

Ümit Aktaş ile Rüya Romanı üzerine söyleşi...

Rüya, Ümit Aktaş'ın Adem'den sonra yayımlanan ikinci romanı. Okur Kitaplığı'ndan çıkan kitap, ele alınıp bir solukta bitirilemeyecek, tüketilemeyecek bir roman. Çünkü, şimdiye dek az karşılaşmadığımız sıradışı bir kurgu. Ümit Aktaş'ın alıştığımız ama gitgide daha da yetkinleşen dil şenliği içinde imbikten süzülerek damıtılmış bir yoğunluk içinde sunuluyor. 

Biraz anlatır mısınız Rüya'nın yazılış serüvenini? İlk cümle ne zaman yazıldı mesela?

Bu romanın ilk halini 25 yıl önce yazmıştım. Ama o ilk metin uzunca bir süre bir kenarda durdu. Daha sonra 7 yıl önce yeniden yazmaya başladım ve o zamandan bu yana da çok değişiklikler oldu.

Şiir, düşünce ve araştırma kitaplarınız yanında neden roman yazma ihtiyacı duydunuz? Yazmak sizin için nedir ve bu eylem içinde roman nasıl bir yer tutuyor?

Yazmak, okumalarımın ekidir desek, yanlış olmaz. Okumak bir yerden sonra yazmaya zorluyor. Roman elbet daha farklı bir alan. Kurguyu ve anlatıyı gerektiriyor. Benim açımdan ise roman, bir tür iç hesaplaşma. Öyle ki giderek dış dünyaya da yayılan, orayı da içselleştiren bir hesaplaşma. Şiir deneme ve romanlarda süre giden, sonu gelmeyen bir tartışma ve hesaplaşma.

Romanınıza, bir anlamıyla otobiyografik bir belgesel denebilir mi?

İçsel deneyimin öyküleştirilmesi açısından bunu söylemek mümkündür elbet. Ama ben bu deneyimi, zamanın ve mekânın da dışına taşırarak, bir anlamda soyut bir insan olmaklık'ın araştırması üzerine yoğunlaştırdım. Burada anlatılan tam olarak ben miyim? Belki tüm insanların olacağı kadar; belki de aslında hepimizin içinden geçtiği kadar. Benin derdim aslında bir olayı değil, bir durumu, hepimizde ortak olan bir sorunu anlamak ve anlatmak. O yüzden yan öykülerden mümkün olduğu kadar kaçındım. Elbetteki zamana ve mekâna değen yerler var; iç ve dış kontürler, enfüs ve afak.

Özelde konunun seçilişi nasıl oldu? Malumunuz, edebiyatımızda toplumsal-sosyal konuların bu denli derinine sık inilmez...

Konunun temeli çok eskiye dayanmakta. Leyla ve Mecnun ve Romeo ve Juliet'e dair anlatılar ve bunların bir doğu ve batı çatışması/kesişmesi ekseninde ve elbette aşk ekseninde sorunsallaştırılmasına. Tabii meseleye bu denli kökensel bir yaklaşımda bulununca, konu ister istemez aşk etrafında yaşanan iktidar çatışmasına ve Türkiye'nin iki kuşağı arasındaki asimetriye de dayandı: İdealist ve dejenerasyona uğramış olan kuşaklar arasındaki çatışma ve düş kırıklıklarına.

Sahiden biz kimiz, farklı aidiyet duygularıyla kendimizi nereye ait hissediyoruz?

Birçok insan, aşk gibi, iman ya da devrim gibi sahici deneyimlerden geçmedikleri için, kendilerinin ya da sevdiklerinin aslında kim olduğunu bile anlamaksızın, belli bir rutin içerisinde hayatını bitirir. Kim olduğumuzu anlamak için, kendimiz kadar muhataplarımızın da yüzlerindeki maskelerin indirilebildiği bu tip kökensel deneyimlerden ve ilişkilerden, kavgalar ve hesaplaşmalardan geçmek zorundayız. Aksi halde hayat, tarafların kendilerine dağıtılmış olan belli rolleri oynadıkları bir maskeli balodan öteye gitmez.

Romandaki karakterler çok fazla değil. Bu tipleri yaratırken neyi amaçlıyordunuz?

Romandaki karakterler gerçek kişiler değil. Tıpkı Adem'deki Adem ve Havva'nın da gerçek kişiler olmadığı gibi. Ama bu gerçek olmayış, sadece hayat içerisinde bir karşılıkları olmadığı anlamına gelmemekte. Yoksa onlar, bir anlamda yaşayan insanların birçoğundan daha gerçekler. Karakterler zaten Leyla ve Mecnun ve Romeo ve Juliet'teki karakterleri çağrıştırmakta; belki de onları günümüze taşımakta. Dolayısıyla burada kişilerden ziyade tiplerden ve temsillerden söz edebiliriz; olaylardan ziyade ise durumlardan.

Bundan sonrası için üzerinde çalıştığınız bir şeyler var mı?

Evet var! Sanırım seneye yayınlayabilirim. Yeni bir düşüş romanı. Ama bu kez köyle şehir arasında kurulmakta simetri/asimetri. Adem de cennetten düştüğünde yaşayacağı bir yer aramıştı kendine, bir melce. Biz de işte hep o gelgitleri yaşarız. Hayatımız hep o temel arayış ve adanış ikileminde geçer. Bulduğunu zanneden aldanır; çünkü biz aramaya yazgılıyız, bir sefer halinde olmaya yani. Kitaplar da işte böylesi bir seferin güzergâhları değil mi? İster yazalım, isterse okuyalım!

Her insan düşer Adem gibi

İlk romanınız Adem'le benzeşen yanları var Rüya'nın. Hatta düşüş kavramı ekseninde ilk şiir kitabınız Cennetten Düşüş'le..

İnsanlığın temel anlatısı değil mi Adem ile Havva? Adem'in öyküsü, bir anlamda hepimizin öyküsü. Kuran'ın da en önemli kıssalarından olan Adem kıssası üzerinde ne kadar konuşulsa da az. Derinleştirilmeye çok müsait zengin metaforlar, teşbihler içermekte bu kıssalar. Benim için de çok önem taşımakta Adem ve onun, onların cennetten düşüşleri. Ki, hepimizin hayatında yok mudur bu? Hepimiz de bu tip trajik düşüşler ve çıkışlar yaşamayız mı? Hayatımıza yön veren ve hakikate temas eden anları? Nitekim romandaki karakter de bu tip bir düşüş yaşamakta. Aşk da orada belirmekte zaten. Çünkü bu bir anlamda üşüyen ve yalnızlaşan ruhumuzun ihtiyacına binaen değil midir? Aşk bizi çağırır bu anlamda. Ne kadar derinlere indiğimiz ya da ne kadar yalnızlaştığımız ve bu ruh üşümesini yaşadığımızla da ilgilidir elbet bu çağrı. Ama o asla altında yurtlanacağımız, sığınacağımız bir çatı değildir. Ya da ruhumuzun sakinleşip ısınacağı bir barınak ve sükunet de değildir. Yoğun bir çatışma ve bir seferdir daha çok. O yüzden trajiktir her öykü. Sanırım bunu bir sufinin o gelgitlerle dolu yolculuğuna da benzetebiliriz.

(Yeni Şafak'tan)

Şubat ayında ilk kitaplarını yayınlayan yayınevi, her ay birkaç kitap birden yayınlayarak istikrarlı başlangıç yaptı. İlerleyen aylarda da istikrarını sürdürmeye aday görünüyor.

Yayınevinin ilk kitapları Ümit Aktaş'ın Rüya romanı ve Ünsal Ünlü'nün Savaşlar Kararında adlı şiir kitaplarıydı. Mart ayında Yılmaz Yılmaz'ın Sâlik Yola Düşünce adlı öykü kitabı ve Ümit Aktaş'ın Şehri Terk Etmeden Önce adlı şiir kitabını yayınladı. Salik Yola Düşünce yayınevinin geniş yankı uyandıran ilk eseri olarak dikkat çekti.

Nisan ayı başında Ümit Aktaş'ın İnsan ve İslam isimli kitabı ile Kamil Yıldız'ın Her Şey Hakkında Bir Öykü adlı öykü  kitabını yayınlayan Okur Kitaplığı son olarak Cevat Akkanat'ın Edebiyat Hayat Memat adlı deneme, Metin Önal Mengüşoğlu'nun İstanbul Hikâyeleri, Orhan Tepebaş'ın Kadim Kapı adlı şiir kitabı ve Hakkı Özdemir'in Mutsuzluk Fotoğrafları adlı romanını yayınladı.

Ümit Aktaş bütün eserleriyle Okur Kitaplığı'nda

Okur Kitaplığı,  Ümit Aktaş'ın şimdiye kadar yayınlanmış kitaplarını yeni bir tasarımla yeniden yayınlamayı hedefliyor. Bunun yanı sıra yazarın yeni eserleri de okurları ile buluşturulacak.

Aktaş'ın yeni romanı Rüya da Okur Kitaplığı'ndaki yerini aldı. Daha çok düşünce yazıları ve felsefi derinliği olan denemeleri ile tanınan, İslamcı düşüncenin yetkin kalemi Ümit Aktaş bu yeni romanında aşk'ı sorguluyor.

Şair Ünsal Ünlü, Savaşlar Kararında adlı şiir kitabıyla ilk kez çıkıyor okurların karşısına.

Öykü üstüne eleştirel yazılarının yanı sıra, kendi öyküleri ile de dikkat çeken Kamil Yıldız'ın ilk kitabı Her Şey Hakkında Bir Öykü, ironik  dilin hâkim olduğu öykülerden örüllüş,

Okur Kitaplığı, genç ve yeni kalemlere kapısının açık  olduğunu belirtiyor.

Özellikle dergilerde ürünleri yayınlayan imzaları yazar kadrosuna katmayı prensip edinen yayınevi, şartlar elverdiğince tutumunu sürdürmeye kararlı. Tabi ki bu kararı etkileyecek en büyük faktör de kendisine hizmet sunulan nitelikli okurlarının teveccü.

Yayınevi ile ilgili geniş bilgiyi www.okurkitapligi.com internet sitesinden edinebilir, yeni çıkan kitaplardan bu adres vasıtası ile haberdar olabilirsiniz.

 ************

ORHAN TEPEBAŞ

Kadim Kapı

Her gün biraz daha
Şarkı söylenmeyen sabahlara benziyor
Serin gömlekler giymenin onaramadığı günlere

Herkes uykudayken
Hastalıklı bir uykudan uyanıp
Bozulan bir yemini hatırlamak
Gibi yaşamak

Savaşın neresinde olduğumu unutmadım
Mırıldanmak için bir dua arıyorum sadece
Savaş bittiğinde dönebileceğimiz
Barbar bir şatomuz vardı eskiden
Esiğinde durduğumuz kadim bir kapımız
Ortada kalmış cenazeyi kaldırırken duygulandığımız

Borcumu ödedim iyilik tüccarlarına
Yıkadım yüzümdeki temizlik lekelerini de
Acımızı satacak bir çarşımız kalmadı artık
Şimdi rûyasız uykular uyuyabilirim

Sis kalktığında sen de gördüklerine şaşırmayacaksın.

***

 ÜNSAL ÜNLÜ

Savaşlar Kararında 

Ölüyor insan bir kere ama ölmekte kararsız

Sular yine kararlı akacak savaşlar kararında

Çarpışanlar yağmuru kıvamında bekleyecek

Buğdaylar ıslak ve ekmekler kömür karası

Ölüm kuzu renkli ezberlemiş yangın seslerini

 

Yumuyor gözlerini açmadan ağzını, sınırlarını

Kolluyor, elleri kulaklarını saracak denli açık

Bundan belli unutulmadan kaybolmayacak düş

Dişlerini sızlatan limon tadında gün başlayacak

Yavaşça gülecek akşamın ufuk zarına bakarak

 

http://www.haber7.com/haber/20100511/Okur-Kitapligi-nitelikli-okurlari-ariyor.php