Öptüm Kara Gözlerinden su çıktı!
20 Mart 2012 Salı
Bir baba, bir demiryolcu, bir yazar, bir fikir işçisi, Harput’u gittiği her yere sazı gibi taşıyan ozan. Zaten Asyalı bir ozan değil midir Metin Önal Mengüşoğlu.
Popüler, kısa ve artistik cümlelerin peşinde koşan günübirlik okuyucu genellikle, kadim çeşmelerden su içmek yerine pet şişelerden su içmeyi tercih eden zamane ağızları gibi, parlayıp sönen yazıcıların peşine düşer. Oysa kadim çeşmelere benzeyen yazıcılar vardır; suyu her dem şifa olan, enine boyuna düşünülmüş, hayatın tecrübe ve ilim imbiğinden geçirilmiş cümleler kuran. Dedim ya, artistik cümleler yıldız gibi parlasa da irfana sırtını dayamış cümlelerdir önümüzü, ufkumuzu aydınlık kılacak olan.
Dost kıldığımız kanımızdan insanlar sesimize ses veriyor
Öptüm Kara Gözlerinden, Metin Önal Mengüşoğlu’nun kızıyla, dostlarıyla, çocukluğuyla ve fikrî tekamülündeki mihenk taşlarıyla yaptığı bir hasbihal. Her ne kadar deneme olarak adlandırılsa da Mustafa Kutlu hikâyelerine ikiz bir anlatı ve ruh var karşımızda. Bunda Mustafa Kutlu ve Metin Önal Mengüşoğlu’nun hem demiryolcu çocukları hem de fikir namusuna inanmalarının etkisi var.
Yazıcı, kızına mektuplarda bir baba yüreğinin ne kadar naif olabileceğini aşikâr koyuyor ortaya. Bunu okuyucu için yapmıyor; olduğu gibi, savunmasız, çırılçıplak, masum ve halleşen diliyle yapıyor. Belki de aileyi yeni baştan düşünmemizi sağlayacak bir bakışla yazılmış mektuplar. İçli, diyerek kestirip atamayacağımız, evlat yetiştirirken “arkadaş olun onlarla” diyen kişisel gelişim ve pedagoji kitaplarının ötesinde birbirine dayanarak yükselen kayalıklar denli bir güzellik var babanın kızına seslenişinde. “…sen de benim rahatlamama destek çıktığın için mutluluk duyardın. Hayattan başka ne bekliyorduk ki zaten? İnsanı mutlu eden mülkiyet duygusu muydu yoksa bir boşluğu, bir hiçliği bile olsa paylaşmak, gönülden paylaşmak mıydı, ne dersin?” Evet, sesimize ses veren sadece dostlarımız değil; dost kıldığımız kanımızdan insanlar değil midir?
Bedeli ağır olan bir sevdanın izdüşümleri var kitapta
Öptüm Kara Gözlerinden, adından da anlaşılacağı üzere şiirsel bir anlatıyı taşıyor yüreğinde. İnsanda geriye doğru bir bakış bırakıyor. Tüm iyi şeylerin olup bittiğini ve bizde bir anı olarak kaldığını değil de, geride kalan incilerin hatırını hatırlatan bir tını var cümleler arasında. Hatta yetmişli yıllarda “İslamcılık” anlayışımız üzerine bir fertten yola çıkarak “İslamcılık” tekamülümüzü de izlemek mümkün. Öyle ki Necip Fazıl Kısakürek’i ilk kez gören bir çocuk, Malatya’da ruhunu inşâ eden bir delikanlı, taşra zannedilen yerde merkeze daha yakın duran hikmet sevdalıları… Yani eser bir şekilde bizimle konuşuyor. Bedeli ağır olan bir sevdanın izdüşümleri veriliyor.
Bir okuyucu olarak kitabı üç bölüm halinde görmektense, “her üç bölümden üç ayrı eser teşekkül etseydi daha mı iyi olurdu acaba?” diye soruyorum. Zira mektup, hikâye-anı, deneme olarak üç farklı alanda farklı dünyalara yolculuk yaparken; mektupların mahrem ama içli anlatısı, anı-hikâyelerin samimiyeti ve güzelliği, denemelerin düşünmenin ibadet olduğunu hatırlatan dinginliği… Evet, bu kitabın içinde üç ayrı kitap var.
Kendimizi yeni cümlelere fena halde kaptırdığımız zamanlar oluyor. Ama geride, okumadığımız esaslı cümleler var. Yeni cümlelerden daha diri cümleler okumak istiyorsanız, “ağlama yar ağlama” türküsünü tam kıvamında, tam acısında duymak istiyorsanız “Öptüm Kara Gözlerinizden”…
Zeki Bulduk, gözlerini yatırıp ıraklara, mektup bekleyen çocukları hatırladı
http://www.dunyabizim.com/manset/9179/optum-kara-gozlerinden-su-cikti.html