Öykü yazarken yükümlülüklerim var!
İlk öykü kitabı Keyfekader Kahvesi yakınlarda yayımlanan Aykut Ertuğrul'la söyleştik.
30 Kasım 2011
İlk öykü kitabı Keyfekader Kahvesi yakınlarda yayımlanan Aykut Ertuğrul'la bir gece yarısı güzelce ve hızlıca söyleştik. Önce selamladık birbirimizi. Sonra tebrik ettim onu ve eşini: Yeni doğan çocukları için. Yani bu söyleşi iki sevinç sonrası yapılmış hoş bir sohbettir.
Keyfekader Kahvesi'nden başlayalım. O öyküyü okurken kaderin aşılamazlığı sarıp sarmalıyor insanın ruhunu. Ama insanoğlu bazen kaderini değiştirmek için inanılmaz yöntemlere başvuruyor gene de. Sorum şu: Neden eski bir kahvede, kahve falıyla gerçekleşiyor bu? Yani demek isterim ki geçmiş zaman öyküleri dinleyerek mi büyüdün? Var mı bir köyün, kasaban; inanılmaz, ürkütücü öykülerin anlatıldığı?
Köyde değil şehirde ama babaannem ve büyükbabamın yanında büyüdüm. Şehrin içinde bir köy evinde yani; bu ne kadar mümkünse. Yine de Marquez gibi "ninemden dinlediklerimi anlatıyorum" diyemem tam olarak, kısmen diyelim. Sorunun ilk kısmı ise daha basit, aslında her şey şöyle gelişti: Birgün Piyer Loti'de eşimle otururken buradaki kahvecinin gizliden müşterilerinin falına bakıyor olma ihtimalinden iyi bir öykü çıkacağını konuştuk. Ardından Calvino'nun tarot kartları yardımıyla kurguladığı "Kesişen Yazgılar Şatosu" nda olduğu gibi kahve fallarıyla ilerleyen hikaye yazılabileceğini; bir sonraki aşamada ne olacağını hikayeci kendisi de bilmeyecekti. Bu projeyi hayata geçiremedik. Yani fallarla ilerleyen öykü kısmını... (hala yapılabilir) Ama kahve falı ve kahveci meselesini Yumuşak Ge'de öykü atölyesi olarak yaptık çok şükür. Hepimiz aynı ana konu üzerine öykü yazdık. Hepimiz dediğim, yanlış hatırlamıyorsam ben, Mustafa Çevikdoğan ve Banu Kaba..
Ay öyküsünde arayışın hüsranla sonlanışını mı murat ettin? Yoksa arayışın hep devam etmesi gerektiğini mi imledin? Nedir öykücünün kıssalardan çağımıza aktaracakları?
Ay öyküsünü yayımlayıp yayımlamamakta epey kararsız kaldım aslında. Yazarken öyle düşünmesem de, öykü bittikten sonra ayetlerin tahrif edilmiş gibi görünme ihtimali içime kurt düşürdü. Yusuf (as)'un kurtulmuş/kurtarılmış olmasına itiraz ediyormuş gibi bir hava doğup doğmadığı endişesi de? Sonuçta vicdanıma ( laf olsun diye değil hakikaten ) başvurdum, yazış niyetimin sahih olduğuna ikna oldum.
Niyetime gelince; her kişi kendinin özel olduğunu düşünür. Her baba oğlunun büyük işler yapacağının hayalini kurar. Hangimiz zaman zaman özel olduğunu düşünmüyor ki? Başımız sıkıştığında sırf özel olduğumuz için ilahi bir yardımla kurtulacağımızı hayal etmedik mi zaman zaman? Öykü tam olarak buna itiraz ediyor, daha doğrusu bu gerçeğin altını çiziyor. Hayır hepimiz sıradanız, siz özelsiniz diyen reklamların aksine. Cemaatin içinde cemaatle varız; aksini düşünsek de. Ay'da baba önce kendi inanıyor sonra oğlunu inandırıyor özel olduklarına, okur da öyle. Tabi bunu yazarken kıssa ile ilgili ezberimizi kullanıp şike yapmış oluyorum ben de bir parça.
Öykücünün kıssalardan çağımıza aktaracakları sorusuna gelince; biraz basit olacak ama hisseleridir. Tabi önce hakikatten hisse sahibi olmalı kişi. Yoksa sırf oyun olsun diye, sanat bir din sanatçı da onun yüce rahibi olduğu için yazıyor değiliz. Zira sanat bize göre sadece kendisi için var değildir. Tek başına kutsal da değildir. Sanat araç olmalıdır amaç değil.
Belki binlerce öykü, roman okumuşsundur. Bu işin kuramıyla da hemhalsin. Pek tabii olarak daha çok modern ve postmodern öyküler bunlar. Şunu merak ediyorum: Müslüman duyarlıklara sahip bir sanatçıyı nasıl etkiliyor bunca öykü, roman? Çelişkili bir durum ortaya çıkmıyor mu durduğumuz yerle baktığımız/etkilendiğimiz yer arasında?
Kuramla çok da hemhal sayılmam aslında, işin o yönü ayrı bir derya; sadece nasıl yazmam gerektiğini, niçin yazdığımı anlamaya çalışıyorum.
Diğer yandan burda birkaç şeyi ayırmak gerekiyor; modern ile modernisti, Batı ile Batıl olanı. Hepimiz moderniz, modern insanlarız, sevsek de sevmesek de bu çağın içine doğmuşuz, bu çağda yaşamakla imtihan ediliyoruz, eski kavimler, atalarımızın kendi çağlarıyla imtihan edildiği gibi. Öykü ve roman da zaten başlı başına modern türler. Modern olan her şey batıl ise öykü de yazmıyor olmamız gerekirdi zaten. Yeri gelmişken ben her çağın kendine ait türü de inşa edeceğini düşünüyorum; ya türü dönüştürecek ya da türün imkanlarının elvermediği yerde yeni türler inşa edecektir çağının sanatçısı. Şu halde biz şimdilik çağın türünü dönüştürüyoruz. Bunun için, önce o türü (öykü roman) iyice tanımamız, anlamamız gerekiyor. Batılı bir yaşam tarzı yaşıyoruz, modern insanlarız diye modernist ve batıl olacağız diye bir şart yok. Çelişki tam burada başlıyor olabilir; modern bir tür olan öyküde karar kılıp öykü yazıyor olabilirim ama modernist kafayla düşünüp öykünün (dünyanın) oyun ve eğlence yeri olduğunu düşünemem, her ne yapıyorsam yapayım nasıl Müslümanca yapmakla (daha da önemlisi Müslüman olduğum için bazı şeyleri yapmamakla) yükümlüysem öykü yazarken de yükümlülüklerim var. Çünkü hayat ve sanat birbirinden ayrı değildir. Hayatı algılama şeklini, usülünü sanat yaparken görmezden gelen anlayış güdüktür. Modernist sanat anlayışı tam da burada başlıyor zaten.
Mümin ölçüye sahip kişidir, ölçüsü olan kişidir, çünkü Kur’an’ın bir adı da Furkan’dır. Baktığımız, okuduğumuz eserler Batılı olabilir ama batıl değiller, sonuçta hakikat tektir ama yeryüzünde hakikatin cüzleri vardır. Çelişkili durum yanlış bir çağda yanlış, eksik insanlar olarak yaşıyor oluşumuz olabilir.
Farklı teknikler var öykülerinde. Farklı kişilerin yaşamlarından, duygu ve düşünce dünyalarından kesitler. Hata Benim'de bir çeşit hurufilik denemesi var sanki. Karanlık Dere'de bir çeşit kara büyü, üfleyenler... Açlıkla ilgili öyküde kendini kaybeden, açlığına yenik düşen bir negatif meczup. Öykü yazma maceran nasıl devam edecek? Neler söylemek istersin bu konu/lar hakkında?
Öyküde sahici karakterler oluşturmak için tam olarak yapmamız gereken o yazılan kişinin yerine kendini koyabilmek, bir süreliğine o olabilmektir. Bunun için yazar, hayatı boyunca tanıdığı, bilinçli ya da bilinçsiz gözlemlediği kişileri gözünün önüne getirmelidir. Sürekli tek bir beni, kendisini düşünüp yazarsa, tekrardan, bunalım öyküleri yazmaktan, aynı beni çoğaltıp durmaktan başka birşey yapmaz. Sürekli etrafını gözetleyen, filmlerdeki gibi karakter avlayan bir psikopattan bahsetmiyorum tabi. Bir refleks olarak etrafında akan hayata, mucizeye körleşmemek kastım. Kendi yüce benliğine gömülüp fildişi kulesinden zavallı insanlığı gözleyen yazardan farklı olarak.
Biliyorsun abi, çok var bu tiplerden. Hep aynı acıyı aynı şekillerde yaşayan bencil tiplerin en önemli özelliği, bu öykülerin ne zaman bitip ne zaman başladığını anlayamayışımızdır mesela. Evet hatta iki farklı öykücünün öyküsünü birbirine uladığımızda bile fark göremediğimiz zamanlar oluyor. Neler söylemek istediğim konusunda diyeceğim herşey boş söz olacaktır ama ne söylemek istemediğim anlaşılabilir. Zaten bir önceki soruya cevap verirken de müslüman neyi yapmayacağından emin olduğumuz kişidir demiştik.
Belki şu sıralar yapmak istediğim şeyleri söyleyebilirim yine de; kıpkısa öykünün öneminin arttığını düşünüyorum. Yazmaktan da büyük keyif alıyorum. Geleneksel anlatılarla daha kuvvetli bağlar kurmak istiyorum, bunun için de daha çok okumak, çalışmak gerekiyor. Öyle yapacağım, en azından yapmalıyım.
Mustafa Nezihi Pesen konuştu
http://www.dunyabizim.com/manset/8052/oyku-yazarken-yukumluluklerim-var.html