Sel Ve Kum:Ustanın Selamı

Sel Ve Kum:Ustanın Selamı

04.05.2011

İREM ERTUĞRUL

Diyelim kendinize bir elbise diktireceksiniz. Aynı çarşının içinde yanyana iki dükkândan birine gitme seçeneğiniz var. Dükkânlardan bir tanesinin tezgâhı, üzerinden yıllar boyu akıp giden ipekler, kumaşlar, iğne ve göz izleriyle ilmik ilmik işlenip bir parça da eskimiş. Diğerinde ise daha ilk bakışta ustalığa yeni terfi etmiş olduğu fark edilen genç bir terzinin heyecanı, tedirginliği, acemiliği hissediliyor… Hangisini seçersiniz? Hangisinin çayını içersiniz değil, hangisi ile sohbet edersiniz değil, hangi dükkânı satın alırsınız değil; hangisine elbisenizi, itibarınızı emanet edeceğinizi soruyoruz. Bu basit sorunun cevabı, söz konusu edebiyat olunca da değişmiyor elbette. Otuz yıl boyunca kumaşlarla haşır neşir olan bir terzi, eline aldığı kumaşın her ilmeğini nasıl ezbere biliyor, tabiri caizse onun ruhuna nüfuz edebiliyor, ondan kusursuz elbiseler vücuda getiriyorsa; otuz yıl boyunca kelimelerle yatıp kelimelerle kalkan, dilin kuytularında cesurca gezebilen bir yazarın eserleri de o derece güvenilir ve kusursuza yakındır. Hele de söz konusu kişi, yapıp ettikleri üzerine kafa yoran, kavramlar üzerinde düşünmekten çekinmeyen, öykücülüğü zanaat bellemiş çalışkan bir dil işçisiyse.

Cemal Şakar’dan bahsediyoruz. Usta öykücünün, ilk dört kitabını içeren toplu öyküleri, Sel ve Kum adıyla Okur Kitaplığı yayınlarınca basıldı. Toplu öyküler, bir yazarın yazı serüvenini takip için en iyi fırsattır. Özellikle Cemal Şakar gibi kitaplarının baskısı zor bulunan yazarların okurları için… Biz de bu fırsattan istifade ederek Cemal Şakar’ın öykücülüğünün ilk yirmi bir yılında gezintiye çıktık.

Sel ve Kum, yazarın dördüncü kitabı olan Pencere ile açılıp, ilk kitaba doğru tersten bir seyir izliyor. Kitaptaki seyri izleyip izlememek bir tercih meselesi; biz de tercih hakkımızdan yararlanarak sondan, yani ilk kitaptan okumaya başladık.

Gidenler Gidenler,  1990 yılında yayımlandı. On öyküden oluşan kitap, yazarın ilk kitabı; doğru, ama  Şakar’ın ilk öyküsünü 82’de yayımladığı düşünülürse, sekiz yıllık bir birikimin sonucu olarak hiç bir acemilik göstergesiyle karşılaşamayışımız gayet doğal. Necip Tosun, bir yazarın ilk öyküsünün her anlamda onun çizgisini gösterdiğinden, sonraki öykülerinde hep o ilk öyküde anlatmak isteyip de anlatamadığını dile getirmeye çabaladığından söz eder. Cemal Şakar için de bunun geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Usta öykücü daha ilk öyküsünde tarzının tüm ipuçlarını verir.

Öncelikle tertemiz, akışkan, pürüzsüz bir Türkçe karşılar bizi; kitap boyunca devam eder. Şiirsel ama sulu bir lirizm değil, sadeliği korunmuş ama kesinlikle sokak ağzı değil. Gerçek hayatı bire bir yansıtmanın (mimesis) sanat olmadığı görüşünde olan Şakar, sokak ağzını diyaloglarda dahi kullanmaz. Bazen çizilen bir karakterin ağzından hiç beklemeyeceğiniz cümleler duyabilirsiniz. Kasabalı sıradan bir ev kadınından, çok derin söylemler dinleyebilirsiniz.

Şakar öykülerinde hayatı herşeyiyle kendileştirir. Öyle ki tüm öykülerin kahramanı tek bir kişiymiş gibidir. Bazı öykülerde o kişiye eşlik etmeye gelenler ‘konuk oyuncu’ olmaktan öteye gidemezler. Bir amaç için, ‘esas oğlan’ımız için orada olduklarını bilirler. Sel ve Kum’un önsözünde Ömer Lekesiz’in de söylediği gibi:

“Kimi yazarlar, öz-ne-lik keşfini asıl yazı alanı olarak belirleyerek, kendi mahrem ve dolayısıyla gotik dünyalarını sivriltmeyi seçerken, kimi yazarlar da kendini kendine karşı ötekileştirerek, diğer öznenin perspektifini, nesnenin bilgisini kuşanarak genelin içinde özel kalmayı tercih ederler.(…)Cemal Şakar, söz konusu bu iki tutumu yazma eyleminin gerekli iki aşaması olarak gören ve uygulayan bir öykücüdür.”

Gidenler Gidenler’deki ortak öznelerimiz, haleti ruhiyeleri bakımından da benzerlik gösterirler. Gitme isteği, kaçış, intihar düşüncesiyle boğuşma, bunalımlarından dahi bunalma hali gibi…

Bu noktada öykümüzde 80 kuşağının konumuna kısaca değinmekte fayda var. 80 darbesi, ardında -hangi cenahtan olursa olsun- yılgın, güvensiz, umutsuz insanlar bırakmıştı. Bu durum toplumun sinir uçlarını taşıyan sanatçıları herkesten çok etkilemiştir. Cemal Şakar, Yazı Bilinci adlı kitabında 80 darbesinin dildeki devriminin ‘imgesel dil’e dönüş olduğundan söz eder. Nurdan Gürbilek’ten alıntılarsak 80’lerin farkı; “Tanıdıklığı ve yaşanmışlığı tümüyle dışlayan keyfi bir dili yaşar kılabilmesi, dille hakikat arasındaki ilişkiyi koparırken hayali bir dili sahiciymiş gibi gösterebilmesi”dir. Bu gidişatın öyküdeki karşılığı, ‘anlatmak’tan ‘gösterme’ye geçiş olmuştur. “Klasik gerçekçilikte, ‘kahraman’ daha çok toplumsal ilişkileri ve çevresinden soyutlanarak ‘gösterilir’.”(Yazı Bilinci s.127)

İkinci kitap olan Yol Düşleri(1996)’ndeki sekiz yeni öyküde çoğunlukla, Gidenler Gidenler’den hatırlayacağımız kahramanın, o çok istediği ‘gitme’yi gerçekleştirdiğini görürüz: “Artık çok uzaklardayım.”(Eviçi) Ama gitmeler de işe yaramamıştır, öyleyse mekân değildir sorun. Bunu keşfeden öznemiz, Esenlik Zamanları(1999)’nda içindeki boşluğu kendine bakarak doldurmaya çalışır. ‘Ayna’nın arkasından ‘Eşik’i geçer ve kendinde yiter. Bu yitiş, hiçliğe ulaşmadır. Pascal’a göre insan evrende son derece küçük ile sonsuz arasında bir yerdedir: İnsan hiçliğe oranla herşey, herşeye oranla da bir hiçtir. Cemal Şakar işte buradan kendisi ve okurlarına ferah bir ‘Pencere’ açar.

Pencere(2003) Şakar’ın kendisinin de deyimiyle, öykücülüğünde bir dönüm noktasıdır. Kitaba ismini veren uzun öykü, postmodern biçemiyle sadece kendi öyküsünde değil, Türk öykücülüğünde de bir sıçramadır. Öykü, bir senaryo sinopsisi şeklinde başlar. Kamera, belden aşağısı felçli bir eski yazarın yatağının yanındaki pencereye dışarıdan yaklaşır; oradan evde girebileceği en uç noktalara kadar girer. Sinopsis sonrası öykü, kamerada gördüğümüz her bir kişinin gözünden aynı günün anlatılmasıyla devam eder.

Başka bir öyküde(Öykünmek) Şakar, bu kez tiyatro formuna el atmıştır. Öyküde yeni biçim ve formları kullanmaktan ilk kitabından itibaren çekinmediği göze çarpan usta öykücünün postmodern oyunları en yoğun şekilde kullandığı kitap Pencere olmuştur diyebiliriz. Cemal Şakar öykücülüğünün önemli özelliklerinden biri olan yenilik, bir ustanın öyküye dair tükenmeyen, eskimeyen heyecanının da apaçık göstergesidir.

Biçimsel yeniliklerde sınır tanımayan usta öykücü, hâlâ koruduğu dinamizmiyle genç yazarlara taş çıkartmaya devam etmektedir. “Yeni”ye düşmandır diye usta yerine genç terziyi tercih edenler bir daha düşünsünler. Cemal Şakar gibi dinamik ustaların yaptığı yenilik de kusursuz olur, sırıtmaz. Tereddüt etmeden giyiniz.

YENİ ŞAFAK KİTAP 04.05.2011