ŞİİRİN İPEK SESİ
Bir Müslüman şair ve yazarın hayatının hangi alanlarına Allah hükmeder? Mesela namaz, oruç vs gibi ibadetler söz konusu olunca Allah’ın sözü üzerimizde etkili olurken yaptığımız işlerde (edebiyat, şiir, eleştiri vs) kendi tanrısallığımız(!) söz konusu olduğu için Allah bu alanlarda söz sahibi değil mi?
Mustafa Başpınar
Edebiyat sahasında okuyucuların yetkin ürünlerle buluşmasında elbette eleştirinin payı önemli. Ehil kişi tarafından yapılan eleştiri şaire, yazara kendisini ve eserini gözden geçirme olanağı verir. Edebi camiada eleştirmen yoksunluğundan dem vurulur yıllardır. Kısmen doğruluk payı vardır. Buna rağmen eleştiriye soyunan isimler kendilerini göstermektedir dergilerde. Ancak dergilerde okuduğumuz eleştiri başlığı altındaki her yazıyı iyi bir eleştiri yazısı olarak kabul edebilir miyiz? Bir kere eleştirmenin hem ele aldığı türün imkânlarına vakıf olması hem de donanımlı olması yani ehil olması gerekir. İkincisi eleştirmen adalet duygusunu yitirmemelidir. Üçüncüsü eleştirmek ne sadece pohpohlamak ne de saldırmak şeklinde olmamalıdır. Dergilerde okuduğumuz pek çok yazı maalesef pohpohlamak ya da saldırmak şeklinde ortaya konmaktadır. Eleştirilerde bir de eleştirilen kimse ya da eseri var. Zaman zaman eleştirildiği için eleştirmene gönül koyan, onunla aynı mekânda bulunmaktan kaçan isimlerin varlığını biliyoruz ve duyuyoruz. Böyle yapan kimselerin eleştirmenden beklentisi nedir acaba? Hal böyle olunca sağlıklı eleştiri yazıları ortaya çıkmayabiliyor. Bunun diğer anlamıysa okuyucuların daha nitelikli ürünlerle karşılaşmasının engellenmesidir. Sonuç olarak şunu ifade etmek mümkün: Nitelikli eleştiri olmadan edebi türleri daha nitelikli olması ve gelişme kaydetmesi zor bir durumdur.
Cevat Akkanat’ın Şiirin İpek Sesi, bir eleştiri kitabı olarak Okur Kitaplığı’ndan çıktı. Yüz elli iki sayfa olan kitapta altmış iki başlık mevcut. Akkanat, bu yazıları 1990-1998 yılları arasında değişik dergi ve gazetelerde yayımladığı yazılarından derlemiştir. Kitaptaki yazıların tamamı elbette eleştiri türünde değil. Kimi yazılar deneme türündeyken kimilerinde yazar o dönem edindiği şiir kitaplarına dair tanıtım, değini tarzında yazılar kaleme almıştır. Burada yazıların tasnifiyle ilgili farklı bir yol izlenebilirdi. Kitaptaki eleştiri yazılarıyla diğerleri iki farklı bölümde sunulabilirdi. Ya da yazarın 1998’den bugüne değin yazdığı yazılar da dikkate alınarak eleştiri ve deneme alanlarında iki farklı çalışma ortaya konulabilirdi. Bir de kitapta kimi yazıların oldukça kısa tutulmuş olduğunu gördüm. Ya da bir önceki yazının devamı niteliğinde peş peşe konulmuş kısa yazılar. Bu tarz yazıların elbette daha sonra genişletilerek kitaba konması doğru olmazdı. Ancak kitaba alınmayabilirdi.
Peki, Cevat Akkanat kendisine has eleştiri anlayışıyla kimleri ve neleri eleştiriyor Şiirin İpek Sesi’nde? Edebiyat ortamlarının hastalıklı hali olan klikleşmeleri, şairim diye ortaya çıkan ancak şiirinin kanatlandığı dile hâkim olamayanları, sipariş usulü hissiz şiir yazanları, şairlere gereken ilgiyi göstermeyen, onları desteklemeyen isimleri-kurumları, dergi ve yıllık hazırlarken niceliği değil de edebiyat dışı unsurları dikkate alarak birbirlerini ısrarla görmeyen isimleri, şiir, edebiyat ve edeb bağlamında şiirine küfrü yerleştirenleri, dizgicileri, matbaacıları eleştiriyor. Akkanat bütün bu eleştirileri yaparken, özellikle de dostlara dönük eleştirilerinde, amacının onları üzmek olmadığını bir eleştirmen olarak olumsuzluklara dokundurmak niyetinde olduğunu ifade ediyor.
Eleştiri yazıları dışındaysa farklı uzunluklarda ve farklı biçimlerde yazılar var Şiirin İpek Sesi’nde. Akkanat, kimi yazılarında o dönem yayımlanmış yeni şiir kitapları üzerinde durmuştur. Müştehir Karakaya’nın Sayha’sı, İsmail Karakurt’un Simurg’u, A. Vahap Akbaş’ın Mavi Sesli Şiirler’i, Yaşar Bedri’nin Ölüm Dağlara Oğul Bırakınca’sı bu tarz yazılarda ismi geçen kitaplardan bazıları. Akkanat bazen bir şairin bir şiirini ele almış ve irdelemiştir kimi yazılarında da. Mehmet Aycı’nın Künyesi isimli yazı buna örnektir. Rüyanın Şiiri isimli yazı kitapta dikkati çeken yazılardan biri. Türk şiirinde rüyanın adeta izi sürmüştür Akkanat bu yazıda. Kitabının son iki yazısı ise birer ‘deneme’dir. Akkanat, bu iki yazıda Divan şairlerinden Fuzuli ile Baki’den birer beyti şerhe çalışmış. Bence başarılı olmuş. Keşke Divan şiiri bu tarz çalışmalarla tekrar tekrar gündeme gelse ve yeni nesiller o tadı tadabilseler bu vesileyle.
Şiirin İpek Sesi’nde gözden kaçırılmaması gereken bir diğer husus ise kimi yazılarda satır aralarına sinmiş olan poetik ifadelerdir. Bu poetik ifadeler şair Cevat Akkanat’ın şiire dair değerlendirmelerini içerir. “Bir şair için çok yazmaktan ziyade, öz yazmak daha yeğlenilesi bir durum olsa gerek. Şiir, çatlamayan bir sabır taşı ister karşısında. Üstelik, kadrinin bilinmediği bir zaman, mekan ve eşhas arasında, haddeden geçirmek lazımdır şiirin hammaddesini, kelimeyi, sözü.”(Öpücüklerin Bittiği Yerde s-27) “Sizi vuran, ruhunuzu titreten, alıp buradan oralara süren, yangınlar ve güller devşirten küçük şiir nüvesi; bir şiirin belki de küçük bir kelimesi, bir hecesi ve ya saygın bir sesi, an gelir çıldırtabilir beni. Yani önemli olan şiirin bana karşı değil, benim şiire karşı olan tavrımdır. Ve dahi, küçük, sevimli şiirsel öğeler bile, kabulümdür.”(Yıldız Şiir, s-109)
Şiirin İpek Sesi’ni okurken-duyduklarımız ve elbette şahit olduklarımız da dahil- edebiyat dünyamızın sanıldığı gibi temiz olmadığı kanaati oluştu bende. Cevat Akkanat’ın kimi serzenişleri ve şikayetlenmelerini okuyunca bazı soruları tekrar sormak ve bunlar üzerine düşünmek gerektiğini fark ettim. Müslüman şair ve yazarlar ifadesi bize neyi çağrıştırıyor? Muhafazakârlık ve Müslümanlık kavramları birbirini ne derece karşılıyor? Öte yandan söz ve eylem birlikteliği olmayan bir yaşam tarzını ne dereceye kadar İslami diye niteleyebiliriz? Bir Müslüman şair ve yazarın hayatının hangi alanlarına Allah hükmeder? Mesela namaz, oruç vs gibi ibadetler söz konusu olunca Allah’ın sözü üzerimizde etkili olurken yaptığımız işlerde (edebiyat, şiir, eleştiri vs) kendi tanrısallığımız(!) söz konusu olduğu için Allah bu alanlarda söz sahibi değil mi? Siyasal ve toplumsal olaylar karşısında Müslüman şair ve yazarlar nasıl tepki vermeliler? Mesela ülke gündemini birkaç ay meşgul eden Gezi olaylarının edebiyatı oluşturulurken Müslüman halkların yıllarına mal olan 28 Şubat’ın edebiyatı neden oluşmadı? Bu soruların kendisini Müslüman sayan bütün şair ve yazarlarca tek tek cevaplanması gerektiği kanaatindeyim. Daha önce Edebiyat Ortamı’nın 18. sayısında Turan Karataş’ın çok önemsediğim bir yazısı yayımlanmıştı. Karataş’ın, “Sanatçının İnsan Olmak Şartı” isimli yazısını kaç kişi okudu ve birbirine tavsiye etti? O yazı kirlenmiş edebi kamuoyumuza ne derece merhem oldu acaba?
Kaynak: Edebiyat Ortamı Dergisi, S. 45 (Temmuz-Ağustos 2015), s. 77-79.