“ŞOV VE TİCARET DÜNYASI ARTIK MUHAFAZAKARLARI DİKKATE ALIYOR”
‘Medya Popüler ve Kültür' kitabının yazarı Ekmel Geçer'le kitabından hareketle medyadaki değişimi ve popüler kültürü konuştuk
26 Mart 2013 Salı
Asım Öz/ Dünya Bülteni - Kültür Servisi
Popüler kültür; tüketim geleneklerimizi, iletişim biçimlerimizi ve zaman kavramımızı fazlasıyla dönüştürdü. Artık sosyal medyada daha çok vakit harcıyor; alışveriş ibadethanelerini temiz havaya tercih ediyor ve buluşmalarımızı prime-time dizilerine göre ayarlayarak, birbirimizle hasbihâl yerine, dizilerin kurguladığı başka bir dünyada geziniyoruz. Televizyona, internete ve onlarla yaygınlaşan popüler kültüre uzaktan bakmıyor; onları bizzat yaşıyoruz. Ekmel Geçer Medya ve Popüler Kültür kitabında; diziler, yarışma programları, talk-showlar ve sosyal yaşam arasındaki ilişkiyi, etrafımızı her gün daha çok sarmalayan popüler kültür bağlamında ele alıyor. Geçer'le kitabını konuştuk.
Asım Öz: Medya analizlerinde sıklıkla kullanılan popüler kültür kavramını nasıl tanımlıyorsunuz?
Ekmel Geçer: Son günlerde katıldığım bütün söyleşilerde aynı soruyla karşılaşıyor ve Popüler kültürün dört başı mamur bir tanımının zor olabileceğini, ancak bütün akademik çalışmalardan yola çıkarak ortak bir kanaate varılabileceğini belirtmeye çalışıyorum.
Popüler Kültür; aslında kültür kavramının bir alt başlığı olması hasebiyle sürekli değişiklik gösteriyor. Her yeni günden, yeni sosyal ve bireysel yaşam biçiminden beslenen bir kavram olması da onun tanımlanmasını zorlaştırıyor. 19. yüzyılın ortalarından itibaren Batı/Amerika Kültürünün küresel bir özellik kazanmasıyla etkinliğini artıran popüler kültür; halk tarafından çokça rağbet gören yaşam tarzı, bakış açıları, düşünceleri, modayı ve sembolleri işaret eden şemsiye bir konsepttir. Birçok araştırmacı tarafından 'sabun köpüğü, geçici bir kültür biçimi' olarak eleştirilse de düşük gelirlinin daha üst seviyelerdeki toplumsal sınıflarla bir araya gelmesini sağladığı için de özellikle 'demokratik' kültürü geliştirmesi açısından önemsenmiştir.
Bu çerçevede popüler kültür, daha çok kitle iletişim araçları tarafından halk için üretilen yine onlar tarafından çokça sevilen ve geniş bir tüketim alanı olan bir kültür biçimidir. Modadır, 'trendy'liktir, pop müziktir ve 'Bugün Ne Giysem'dir, 'Yetenek Sizsiniz'dir, 'Muhteşem Yüzyıl'dır.
Popüler kültürün üretilmesi ve yaygınlaşması konusunda birbirinden farklı yaklaşımlar var. Tekelci kapitalizmden komplo teorilerine değin uzanan açıklamalar söz konusu. Siyasal yönlendiricilik söz konusu mu popüler kültür ürünlerinde?
Hiçbir kültürel motif ve biçim içinde oluştuğu sosyal, politik ve ekonomik unsurlardan bağımsız olarak değerlendirilemez. Popüler kültürün 19. yüzyılda başlayıp günümüzde yaygınlık kazanmasının nedenlerinden biri de budur. Ben doğrusu sadece kültürel biçimlerde değil hiçbir 'üretim'de (sosyal ve politik) komplo teorilerine çok önem verilememesi gerektiği kanaatindeyim. Yine de 'komplo' ihtimalini elbette gözden ırak tutmamalı. Ancak sürekli 'komplocu' bir yapıya sahip olmayı psikolojik ve hatta demokratik açıdan illetli buluyorum.
Sizce de 'komplo'culuk, mesela kültürel bağlamda, halkın bireysel 'savunma kabiliyeti'ni hiçe saymak değil midir? Birileri herhangi bir sebeple size bir yaşam biçimi dayayabilir fakat daha sonra halk dayatılan bu tarzı kabullenir ya da reddeder. Yani halkın muhakeme becerisini sürekli pasifize etmemeli; değil mi? Siyasi yönlendiricilik var mıdır? 'Vardır' diyerek kesin yargıda bulunmak hata olur ancak olmadığını da kimse iddia edemez. Özellikle siyasal iletişim açısından düşünürseniz siyasi yönlendiriciliği çok başarılı da bulabilirsiniz. Genç Partiyi ve 'beyaz gömlek' furyasını, AKP'nin 'aynı yoldan geçmişiz' biz şarkısını ve Saadet Partisinin 'fark var' reklamını düşünün. Siyasal kampanyalarda üretilip daha sonra halkın arasında yaşamaya devam eden 'iletişimsel motifler' başarının temsili olsa gerektir.
Popüler kültürle halk ve folklor ilişkisi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Popüler kültürün konuşulduğu hemen her çalışmada, popülerlik vasfının daha iyi anlaşılması için 'halk kültürü'ne atıf vardır. Halk kültürü ya da folklorik kültür, yerel özelikler taşıyan, içe dönük, sözlü gelenekle toplumsal hassasiyetler sayesinde gelecek nesillere aktarılan ve homojen gruplarca pratize edilen kültür biçimidir. Ancak popüler kültür daha geniş heterojen topluluklara hitap eder. Küresel özellikler taşır. Popüler kültür motifleri modern iletişim sistemlerine, televizyona, teknolojik gelişmelere sahip topluluklar gruplar tarafından üretilir ve yine aynı medya sistemleri ile farklı kültürlere aktarılır. Bu çerçevede halk kültürü ekonomik güdülerle üretilmeyen, 'bilinmeyen' kaynaklara dayanan 'yerel' yaşam biçimiyken; popüler kültür ekonomik düzeyi yüksek ülkelerde politik ve ekonomik 'amaç'larla da üretilmiş unsurlar içerir.
Popüler kültürü demokrasiye "zarar verdiği için" eleştirenler hangi argümanlardan yola çıkıyorlar?
Popüler kültürün en büyük handikabı farklılaştırma umuduyla 'tekleştirici' bir amaca bürünmüş olmasıdır. Bir yandan 'yüksek kültür'ün ulaşılmazlığını kırıp, herkesçe kullanılabilecek bir hale getiriyor ve herkesi aynı seviyede toplumsal kültürle iç içe olmasını sağlıyor. Diğer yandan 'üretilmiş streotipleri' halka sunarak onlara 'böyle olun' mesajı verilerek 'tek tipleştirici' bir özeliğe bürünüyor. İşte demokratik tavırla çelişikliği bu noktada ortaya çıkmaktadır. Demokrasi çoğulcu, azınlıkların da temsil edildiği bir yapı iken, popüler kültür zamanla bu çoğulculuğu ortadan kaldıran; moda, teknoloji vs araçlarla insanları aynılaştıran bir sistem olarak eleştirilmiştir.
Peki, popüler kültüre burun kıvıran entelektüeller kadar iyimser yaklaşanlar da var. İyimser bakanların gerekçeleri neler?
Bu sorunuz da bir önceki cevapla yakından ilişkili. Popüler kültür bir yandan kitlelerin hegomonik baskıcı unsurlara karşı çıkışının cesur bir açıklaması olarak değerlendirilirken; öte yandan yine aynı kültürel biçimler yerel elitlerin Amerika kapitalizmini hâkim kılmaya çalıştıkları egemenlik aracı olarak da değerlendirilmişlerdir.
Dedim ya, 'millet şunu yapsın bunu yapsın' üstenciliğine kapılmamalı. Herkesin emperyal kültüre karşı çıkma güdüsü olduğu kanaatindeyim ya da kültürel çeşitliliğin korunması şartıyla emperyal kültür de pekâlâ bir tercih olabilir. Popüler kültürün 'halkça çok rağbet görmüş olması' zaten onun iyimser haline işaret eder. Modaya, operaya, trendi olana, sinemaya ve yazıya kolayca ulaşıyor olmasının yadırganası tarafı yoktur kanaatimce. Lakin elbet popüler kültürün ziyadeliğine muhataplık esnasında yine halk kendi duracağı noktayı kendi belirleyebilmelidir.
Peki, bu endüstrinin ekonomisinde neler var?
Aslında şöyle bir etrafınıza baktığınızda gördüğünüz pek çok şeye popüler kültür bağlamında değinilebilir. Şüphesiz öncelik teknolojik ve internet araçlarıyla yaygınlaşan motiflerindir. Mesela sosyal medyadır. Facebook'ta 'yüzlerce arkadaşı olup' gerçekte pek de 'sosyal olmamak'tır. Twitterda değişen 'moral değer'lerdir. Aldığınız övgüleri retweet edip içinizdeki gizli enaniyeti bastıramamaktır. Hatta benim şu anda kullandığım kelimelerdir.
Televizyon programları ve televizyonun bizzat kendisi bu endüstrinin çok önemli bir parçasıdır. Çünkü popüler kültürün eğlence ve gösteri unsuru daha çok televizyon aracılığıyla yaygınlık kazanmaktadır.
Ev modasındaki değişimi düşünün. Aşırı lüks ve misafirperverlikten lükse ve bireyselliğe olan dönüşümü aklınıza getirin. Tabi bunu yaparken 'fast-food' tüketimi ve her gün çoğalan 'alışveriş merkezleri'ni de unutmamalı. Ayrıca giyim endüstrisi popüler kültürün belirgin ekonomik destekçilerindendir. Batı kültürünün yaygınlaşmasını sağladığı için genellikle değinilen örnek 'jean'lerdir. Vaktiyle kot pantolon, ithalata izin vermeyen komünist hükümete karşı bir statü ve karşı duruşun ifadesi olarak gençler tarafından giyiliyordu. Mesela demokrasiyle olan ilişkisi bağlamında bu örnekte, bir popüler kültür öğesinin demokratik itirazın sembolü olarak kullanıldığını da görüyoruz.
Çocuklar Duymasın dizisinde 2002'den 2012'ye yaşanan değişimi AKP'li yılların etkisi olarak okumak mümkün mü?
Televizyon programları ve dizilerinde bir muhafazakâr dönüşüm yok denemez kanaatimce. Çocuklar Duymasın'da da var, Muhteşem Yüzyılda da var, program sunucuları ve jürilerinde de var. Bunda hükümetin de payı var elbette. Hürrem bir anda namaza kıldı ve saray çıkışlarında mütesettir olmaya başladı. Bunun başbakanın eleştirisinin hemen akabinde olmasına 'önceden de öyle kurgulanmıştı'yla cevap verilemez, değil mi?
Fakat bunu başka biçimde de okumak mümkün. Şov dünyası ve ticaret dünyası artık muhafazakâr camiayı dikkate alıyor. Lütfettiler, muhafazakârların da iyi birer tüketici olduklarını gördüler. Küçük rötuşlarla kolayca reyting de reklam geliri de artırılabiliyormuş demek ki.
Bir temsil olarak dizilerle toplumsal yaşam arasındaki ilişki ele alınırken dizilerin antidepresan etki yaptığı üzerinde duruluyor. Yine aynı şekilde şiddet içerikli dizilerin bir tür katarsis meydana getirdiği yorumu yapılıyor. Katılır mısınız?
Diziler, televizyon programları neden seyredilir ki bunca? Bizi saatlerce o dizin başında yutan nedir sizce? Mahir ne yaptı, Cemile Karoline ne dedi, küçük Nazif bulundu mu derken siz de unuttuğunuzu fark etmiyor musunuz? Bu nedenle antidepresan olabilirler. Diziler izleyicileri belli bir süre de olsa sıkıntılarından kurtararak onlara başkalarının kederlerini, zenginliklerini, mükemmeliyetliklerini gösteren yeni bir kapı açıyor. Beren Saat'te, Kenan İmirzalıoğlu'nda, Çetin Tekindor'da, Kıvanç Tatlıtuğ'da ya da Tuba Büyüküstün'de varlıklarını yok ederek gerçekliklerinden sıyrılıyorlar takipçiler. Bu da onlara iyi geliyor.
Fakat unutulmaması gereken ve muhakkak bir cevaba muhtaç olan önemli bir soru(n) var bu bağımlılıkta. Diziler geçici çözümler sunabilir, başınızın ağrısını bir anlığına geçirebilir ve size kısa bir süreliğine mutlu olduğunuz yeni bir dünya sunabilirler. Peki ya sonra? Bir antidepresan azar azar alınır azar azar bırakılır. Yüklenilirse işler sarpa sarabilir. Hadi antidepresanınız bitti. Ne olacak? Dizi seyredilecek tamam ama dizilerin bitiminde boşluğa düşmemek için 'kederden uzaklaştıran' ve 'özgüven artıran bir el emeği, profesyonel bir uğraşı' da edinse fena mı olur?
Alternatif olma/sunma iddiasında olan kesimlerin bu alandaki performansı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Muhafazakâr camianın medya tecrübesinin 'televizyonculuk' seviyesine ulaştığını düşünmüyorum doğrusu. Henüz sahnenin ışıkları arasındaki farkı kavrayabilme kıvamında değiliz. Sahi sahne kültürümüze dair kaç örnek sayabiliriz ki? Medya ve iletişime dair profesyonel bir bakış açımız yok. Gazetecilik mi? Hala 'yalan dolan' diye ya da bir tür 'protokol haberciliği' olarak bakanımız yok mu? Ya da 'vay gâvurlar' başlığını atmayı 'müthiş bir manşet oldu' ile takdim edenlerimiz?
Yıllarca 'Allah rızası için be abi' kültürüyle kendi dinamiklerimizi ekranlarda ve sahnelerde harcadık. Bu durum onların kendilerini geliştirmelerine de engel oldu. Bunun yanlış yerlere çekilmesini istemiyorum ama biz 'Allah rızası'nı açıkça istismar ettik. 'Ne olacak Müslümanlara hizmettir' deyip amatör ruhumuzdan bir türlü kopamadık. Teknisyenimiz, ışıkçımız, mikserimiz, yönetmenimiz, senaristimiz, sunucumuz ve hatta headsetimiz hep emanet oldu. Dolayısıyla bir türlü istediğimiz düzeye ulaşamadık.
Bildiğimiz meşhur bir 'televizyon vaizi' (bu ifadeyi olumsuzlamak için değil, literatüre referans olarak kullanıyorum) oradaki tanıyanlar tarafından Avrupa'da konferansa davet ediliyor. Hocaya 'caminin evinde kalın' deniyor. Hoca da kabul etmiyor; 'otel olsun' diyor. Bunu bana aktaran arkadaş 'ya kardeşim hocaysan israf etmeyeceksin' diyerek anlatıyor. Buyurun bakın bu örneğe. Değiştik mi sizce? Şimdi Tarkan'ı konsere çağırıp 'gel bizim lokalin üstünde bir ev var, orda kalırsın' diyebilir misiniz?
Bu durumun bugün de devam etmediğini kim iddia edebilir ki? Muhafazakâr medya etkinliğini artırıyor fakat içerik üretimi açısından aynı başarıyı gösterebiliyor mu? Şefkat tepeyle, sır dizleriyle, cami vaazı formatında stüdyo hocalığıyla ne kadar alternatif üretebiliriz? Yıllardır var olan muhafazakâr televizyon kanallarını düşünün. Hangisinin reytingleri alt üst eden bir dizisi, yarışması yahut o çok sevdiğimiz spor ve politik tartışma programı var?
Bugün yeni muhafazakâr medyada, eskilerinde de olduğu gibi, 'benim adamım' muhabbeti dönüyor. Birisi haber sunuyor, muhafazakâr elitlere yakın olduğu için değiştirilemiyor. Bir diğeri sunucu oluyor cümleler 'ııım' 'eee'lerden öteye gidemiyor. Daha da ötesinde 'televizyoncu cazibesi'ne nerdeyse hiç sahip değiller bu 'hâmili kart'lar.
Söyleşi için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.
Ekmel Geçer, Medya ve Popüler Kültür, Okur Kitaplığı Yayınları,2013, 312 sayfa.
Ekmel Geçer, Ekim 1980'de Bingöl'ün Hasbağlar köyünde doğdu. '99 yılında Kadıköy İHL'den mezun olduktan sonra aynı yıl İlahiyat Fakültesine girmeye hak kazandı. 2004'de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun olan Geçer, 2007 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde "Türkiye'de Popüler Kültür ve Medya" teziyle yüksek lisansını tamamladı. Ekmel Geçer; bir süre özel sektörde iletişim departmanlarında çalışmasının akabinde "medya ve iletişim" çalışmaları için İngiltere'ye gitti. 2009 yılında Leicester Üniversitesi Medya ve İletişim bölümünde "siyasal iletişim" teziyle ikinci yüksek lisans derecesini aldı. Yazar, şu sıralar Loughborough Üniversitesi medya ve iletişim bölümünde "Türkiye'de medya ve demokrasi" adlı doktora tezinin sonlandırmak üzeredir.
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=253308