Ucu Açık Öykü, Sonsuz Kış…
Cihan Aktaş
16.05.2011
[email protected]
I-Önceki gece sulu bir kar sepintisi altında yürüdüm İstanbul sokaklarında. Mayıs ayında yağan kar öyküye çağırıyor. Aklıma yine Cemal Şakar’ın öyküsü düştü: Kar.
Herkesin ucundan tutunarak bir şekilde katılabileceği bir öykü yazmış Şakar.
Benim nazarımda da öykü, sonu boşlukta kalan bir edebi türdür çoğunlukla, ister durum öyküsü olsun, isterse de olay. Her şekilde metinde görülen hayatın bir kesitidir, olay sürer çünkü, yazar metnine son noktayı koymuş olsa bile.
Durum öyküsünün açık ucundan yeni öykülere uzanıyor yollar. Yaratıcı yazarlık dersleri verdiğim üniversitede işte bu tür metinler üzerinde çalışmak bir hayli yararlı geliyor bana, öğrenciyi derse katma konusunda. Cemal Şakar’ın Hikâyat’ında yer alan “Kar”ı da işledik öğrencilerle bir süre önce.
Ucu açıklık sadece kısa öyküye özgü bir kurgusal nitelik değil tabii. Sinemada başarılı örnekleri var ucu açık (ve tamamlanmamış sayılabilecek) yapıtın; özellikle İtalyan sineması ve yeni gerçekçilik akımını kenarından izleyen Antonioni geliyor aklıma şimdi. “Görüntünün mimarı” olarak da tanınan Antonioni, bitmeye rıza göstermeyen boşluklu hikayeleriyle durum veya kesit öyküsünü somutlaştırır sinemasında. Ekranda beliren “Fine”a rağmen, seyirci tamama ermeyen durumun sıkıntısıyla tahmin yürütmeye başlar: Niye tam burada bitti ki, aslında biten ne, başka türlü nasıl olabilir, keşke böyle olmasa da işte şu şekilde sürse hikaye…
Ne seyirci ne de okuyucu hoşlanıyor o kadar ucu açık anlatıdan, tasvirden. Öyleyse yazar olarak niye ucu açık olsun isteriz, öykünün, filmin hatta romanın…
Paradoksal bir açıklama belki, ama evvela okuyucunun hatırını gözetmek gibi bir cevap geliyor aklıma, elbet o metni ucu açıklığına rağmen kendi içinde tamamlanmış kılan haklı sebeplerle birlikte. Okuyucu da katılsın öyküye, ucundan kıyısından. Kendini “tanrısal” hissetmeyi veya metne kutsallık atfetmeyi gerekli bulmayan yazar, okuyucuyla bu yolla bir tür söyleşiyi paylaşmayı diliyor da diyebiliriz.
II- Şakar’ın “Hikâyat” hikayelerinin okuyucusu da muhayyelesini çalıştırarak öyküye katılmak zorunda. “Kar” bütün sadeliğiyle bir harita çiziyor bize, kanayan yaranın yerine çeviriyoruz gözlerimizi, inceli kalınlı hatlarla içerdiği tehditleri bildiriyor önümüzde uzanan engebeler ve oğullarını arayan babanın sesi rahat huzur vermeyecek bir uğultu halinde hayatımıza katılıyor.
Şakar’ın anlatımıyla:
“Yine gece.
Dağlar güm güm ötüyor; ovalar inliyor.
Baba sıcacık yatağından endişeyle fırlıyor. Farkında
bile değil; hep aynı patikayı kat ediyor. Uçurumun kenarında
son anda durabiliyor. Sırtında ne bir palto ne bir
hırka…
Gözlerini bir şeyler görebilmek umuduyla bir dağlara,
bir ovalara çeviriyor: Kendi bakışlarında kayboluyor.
Kulak kesiliyor; bir ses, tanıdık bir ses: Sesler, içinde
yankılanıyor.
Dağlara dönüyor; avazı çıktığınca bağırıyor: Memo!
Ovalara dönüyor: Reşo!
Yüreğinde bir kor...
Bastığı yerlerde kar eriyor.”
III-Tahran’da bulunan Tabatabai Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Fakültesi 3. sınıf öğrencilerinden Nergis Çeharmahali, nihayet soğuktan donmuş halde buluyor Memo ile Reşo’yu. Fatma Asgari, oğullarını aramaya giden Baba’yı karın beyaz uykusuna terk ediyor, zorlu bir yürüyüşün ardından. Mahbube, bir uçurumun kenarında uzun bir muhasebeye gönderiyor Baba’yı. Elnaz Sadeghi, kimseye soramadığı soruları kuşlara sorarken tasvir ediyor arayış içindeki adamı. Nazenin Nikikbal’ın kalemiyle, uçurumun kenarında bir yerde donmak üzere olan çocuklarına kavuşan baba, Behnaz Gomnam’ın muhayyelesinde zorlu bir arayışın ardından kardan sıcak bir yatakta çocuklarının yanında sonsuz bir uykuya dalıyor. Mehsa Alişah sıcak, kestane kebaplı bir kavuşma tasvir ediyor, çocuklardan biri ayağı incindiği için sedyeyle taşınsa da… Gazale Rezai’nin öyküsüne bakılırsa karlı yollarda arayışa düşen babanın asıl yitirdiği çocukları değil de eşidir. Mansure Dostmuhammedi ise Baba’nın arayışını sadece yalnızlığın sebep olduğu bir kâbus olarak yorumlamak istiyor.
Şakar’ın öyküsünü açık ucundan tutarak bir şekilde geleceğe taşımaya çalışan İranlı öğrencilere, babalar ve evlatları için muhtemel tehlike hep karlı yollar, soğuk gece ve uçurum olarak görünüyor, ilk planda.
İnsanın en zorlu düşmanı tabiat değil oysa, şiddetini bildirmekten geri durmayan tsunamilere, depremlere, sarp uçurumlara karşılık. Memolar ile Reşolar’ın kayıplığıyla karanlıkta karlı yollara düşen annelerle babalar, sorularını uçuruma gönderirken faili meçhulü teşhis ediyorlar.
Okur, yazar, seyirci; bizler, elimizdeki öykünün aktığı yönü kavramakta yetersiz kaldığımız için kar soğuğunu çağırmaya devam edeceğiz, nerede olursak olalım, yaz sıcaklarında bile. Uçurum boşluğu bir Antonioni sahnesi misali genişleyerek küçültecek fezamızı, konformist seyirciler “fine” yazısının ötesine geçen ihtimallere gözlerini kapattığı ölçüde…
http://www.taraf.com.tr/cihan-aktas/makale-ucu-acik-oyku-sonsuz-kis.htm